YALNIZLIK ÜZERİNE BİR SAFSATA
Yalnızlık en ağır başkaldırıdır var olan iğrenç sisteminize. Toplumsal varoluşun önüne koyulabilecek en sağlam set, duygusal yoksunluğa, ayrışma korkusuna, içsel huzurun dengesinin sonsuza dek bozulacağına dair en bariz belirtidir. Kimisi için bir seçim, kimisi için bir zorunluluk olarak kendisini gösterse de dostlarım, hakikatin adıdır yalnızlık. En yalın haliyle var olmanın, en sağlam destekçisidir.
Oturup düşününce öylece kendi kendine, yalnızlığı ağır bir yaşam şekli olarak algılar insan. Belki de ekosistemin tepesine kâbus gibi çökmüş bu türün, ekosistemin en altında yer alan canlılarla kıyaslandığında dahi yardıma en muhtaç olan tür olduğu bilinci yahut bilinç dışı ile bu ağırlığın altında ezileceğinin farkındadır çünkü bizzat insan. Ne büyük bir gaflettir ki, aynı kimse dönüp baktığında aynaya, benliğini güçlü görmekten kendini bir an olsun alıkoysa depresif rüzgarların gönlünde esmesine izin vermesi, çaresizliğin ve acının pençesine yenik düşmesi “yalnız”ca an meselesidir. Öyleyse bir çelişki değil midir bu dostlarım? Hem güç gösterileriyle varlığımızı pohpohlayıp hem de yardıma en muhtaç olan tür olduğumuzun bilincine sahip olmak. Hem birey olmanın gururlu sancılarına göğüs gerdiğimizi iddia edip hem de kelamımızın beş para etmez değerine on para veren kimseleri yanımızda gördüğümüzde gülümseyip, o kimselerde gördüğümüz büyüklüğümüzle var olmamız… Dönüp dolaşan düşünce, duygu ve davranışlarımız arasında en çarpık olanları değil midir sizce de kendimize karşı ve yanında sahip olduklarımız. Yüzleşmek bu kadar mı zor acziyetimizle yahut bu denli mi güçlü olmak gerekir fark etmek için zayıflığın değerini.
Geçmişten günümüze birçok farklı yaklaşım ortaya konmuştur. Kimi yaklaşımlara göre yalnızlığa yönelik beslediğimiz korku, insanoğlunun varoluşunun temellerinde dahi kendini bir takım sembolik hikayelerle ortaya koymuş fakat yorumlanması insandan insana farklılık göstermiştir. Bu hikayelerden bir tanesi İncil’de yer alan Havva ile Adem’in birbirlerini ilk gördükleri, çırılçıplak oldukları andır. Bu anda yaşadıkları derin kaygı duygusu her ne kadar kimileri tarafından cinsel organların açıklığı ile bağdaştırılsa da aslında bu kaygının sebebinin insanoğlunun varoluşunda ilk kez “farklı”lık kavramıyla tanışması olduğu kimi düşünürler tarafından açıklanmıştır. Yaratıldıkları ilk andan itibaren kavramsal bir tekliğin içinde yer edinen bu canlı aynı kavramın içinde ikilik oluşabileceği gerçeğiyle ilk kez yüzleşmiş ve bu yüzleşme, farklı olma bilinci; bütünden ayrışma gerçeği ile kendilerini karşı karşıya getirmiştir. Peki ama bu neden bir kaygı oluştursun? Tekliğin, aynılığın bulunduğu bir bağlamda korkulacak bir şey yoktur. Ortak dertlere sahip birçok zihin ile yan yana bulunduğunuzda sorumluluk paylaşılır ve siz üzerinize düşeni yaptığınızda sorunların hallolduğunu müşahede edersiniz. Taraftar grupları, cemaatler, siyasi ve etnik grupların… temel mantığı da bu bütünleşme ihtiyacından gelir. En rasyonel bakış açısı; bu topluluklar ortak bir derde çözüm oluşturmak için bir araya gelme “zorunlu”luğuna sahiptirler. Farklı olduğunuzu anladığınız ilk anda ise doğal olarak yalnızlık korkusu insan zihnine hükmetmeye başlar. Hayatta sorunlarla karşı karşıya kalmış ve yalnızsınızdır. Sınıfta, taraftar gruplarında, siyasi ve etnik gruplarda, toplumda dahi farklı olmak, yalnızlaşmak insanda bir korku yaratırken, yalnızlığın ve farklılığın varlığının keşfinin de korku uyandırması pekâlâ doğaldır. Tıpkı anne karnından çıkan bebeğin dünyaya gözlerini hıçkırıklarla açması gibi. O artık farklı bir dünyada yalnızdır. Ta ki annesinin kucağına verilene dek. O bebek “ben”lik algısının oluşmaya başladığı 2-3 yaşlarına kadar artık annesiyle bir bütündür.
Sanayi devrimi ile birlikte toplumlarda bireyselleşme sürecine girilmesi yalnızlaşma sürecini de beraberinde getirmiştir. Birlikte yapılan işlerin giderek azalması, temel ihtiyaçların bireysel imkanlarla karşılanabiliyor olması, bir başka kimseye rasyonel ihtiyacın da zaman içinde ortadan kalkmasına, günümüze gelindiğinde ise sosyal medya ile bütünleşme arayışlarının sürdürülmesine neden olmaktadır. Fakat sanal dünyanın ve yüzeyselleşen duygusal ve fikirsel derinliğin yalnızlık hissini ortadan kaldıramadığı hatta giderek belirginleştirdiği gerçeğiyle de yüz yüz kalmış bulunmaktayız.
İyi, güzel, hoş ama ben niye yazıyorum bunları. Bendeniz saygı değer deli, ne diye yalnızlık konusunda gereksiz, doğru, yanlış atıp tutuyorum.
“Yalnızlık Allah’a mahsustur.” Ve bizler kendisinin ruhu ile şereflendirilmiş yegane varlıklardanız.
Master Eckhart’ın çok çarpıcı bir şekilde ifade ettiği gibi, “Tanrı’yı tanımanın yegane yolu, kendini tanımaktır.”
Varoluşsal sancılarımızın hafifleyebilmesinin iki yolu vardır dostlarım. Hemen her sorunda olduğu gibi bu sorunda da ya sorunumuzun üzerine gideriz ya da kaçınma, göz ardı etme eylemini tercih ederiz. Söz konusu sorunun adı var olmak olduğundaysa iki yolda da karşılaşacağımız sonuç ne yazık ki “geçici” bir tatmin olma duygusudur. Çünkü var olmayı bir sorun-soru haline getirmemizin en temel nedeni aslında yazımızdan da anlaşılacağı üzere farklı olma, ayrışma, yalnızlık korkusudur. İçsel bütünlüğü hissedemeyiz çünkü hayatımızın hemen her alanında farklı oluşumuzun gerçeğiyle yüz yüze gelir bu farklı oluş halini birtakım sıfatlarla anlamlandırmaya çalışırız. Güçlü-zayıf, güzel-çirkin, doğru-yanlış… zıtlıklarından hangisini seçersek seçelim temelde bu farklılığımızın toplumsal ve bütünsel bir sınıflandırmasına giderek bütünlük ihtiyacımızı en basit haliyle karşılarız. Bu karşılama biçimimiz pek tabii bizlerin özgüvenli-özgüvensiz, içe dönük-dışa dönük… gibi bir takım ikincil sınıflandırmalarımızı oluşturur. Çocukluğumuzun ilk yıllarından itibaren çevre faktörüyle birlikte gelişen bu kişilik biçiminin her ne kadar olumlu yahut olumsuz sıfatlandırmalarla inşa edilmesi sağlam yahut dayanıksız bir yapının oluşmasına sebebiyet verse de bu yapının en temelinde yer alan ve de felsefenin de doğal olarak temel sorusu haline gelen varlık nedir sorusunun karşılığının net olarak verilemeyişi bizleri paragrafın başında bahsettiğim iki yöne sürükler ki bu iki yön de bize varlığı ve dahi varlığımızı sorgulatan yalnızlık korkusunu (motivasyonunu) ancak ve ancak bütünleşmeyle giderebileceğimiz gerçeğiyle yüz yüze bırakır. Bu doğrultuda taraftar grupları, siyasi partiler, etnik gruplar, cemaatler, yüzeysel cinsel deneyimler… bizlerin geçici olarak bütünleşme arzusunu gerçekleştirmemizi ve var olma probleminden uzaklaşmamızı sağlar. Bir olmak, tek olmak içimizdeki ayrışmanın da algısal olarak dinmesini sağlar. Temel soruyu göz ardı eder, içsel motivasyonumuzun algısal olarak yüzeysel anlamlara dayalı eylemlere yönlendirir ve azabımızı kısa süreliğine dindiririz. Sonuç olarak; soruyu cevaplamamış ama sorudan uzaklaşmayı başarmışızdır ta ki zihnimiz ihtiyacı olan besini yeniden kalbinizden talep edene dek… İkinci yol ise dediğimiz gibi bu sorunun üzerine gitmektir.
Tarihte ismi geçen nice dâhilerin yapmış olduğu gibi varlığın özünün ne olabileceği hakkında derin araştırmalara girişmek... Öyle ki adım aldığınız her basamakta içsel olarak derin bir orgazm hissi yaşarsınız. Hayatı, davranışları, duyguları, düşünceleri, biyolojiyi, kimyayı, tıp, ekonomi… Her neyin hakikatini anlama üzerine bir adım atarsanız temel sorununuz üzerine gitmiş olursunuz. Çünkü temel sorunumuz Var’lıktı ve var olan “her şey”i kapsamaktaydı. Fakat bu yolun da geçici olduğu gerçeği ile yüz yüzeyiz. Evet her ne kadar sorumuzun üzerine eğilmiş olsak da sorduğumuz soruyu tam anlamıyla cevaplandırabilmemiz için evren ötesi bir varlık olma ihtiyacı hasıl olur. Çünkü yeryüzünde ortaya konmuş her türlü bilgi ve araştırmayı okumuş öğrenmiş dahi olsak insanoğlunun ulaşabileceği en son noktada dahi sahip olunan kudret var oluşu tanımlayamaz. Tanımlayamamasının en temel sebebi ise, en temel soru olarak ele aldığımız varlık kavramının da bir ikiliği olan yokluk kavramıdır. Her türlü rasyonel bakış açısıyla dahi ulaşabileceğimiz son Bir’lik dahi yokluk kavramı gerçeğiyle bizleri yalnızlaştırır.
Bendeniz deli işte bu nedenden dolayı yalnızlığın hakikat olduğu iddiasıyla karşınızdayım. Ancak ve ancak en yalın haliyle insan dediğimiz varlık, kendi varlığı ve yokluğu arasında düalist bir bakış açısı gerçekleştirebilir.
Ta ki kendi düalizmi içinde akli dengesini kaybedecek noktaya gelene kadar.
İşte tam bu noktada bir başka varlığa ihtiyaç vardır. İçine düşülen karmaşanın, karşılıklı bir oyunla giderilmesi için, ikinci bir varlıkla hareket edilmesi gerekir. Bu oyun içinde rekabeti de, sevgiyi de, muhabbeti de… yani “Her şey”i kapsayan bir hayat oyunudur.
Eş, dost, hayat arkadaşı, hoca… dediğimiz kimselerle sağlıklı bir ilişkiye sahip olabilmemizin tek yolu da ancak budur. Aksi takdirde kendi varlığından bihaber bir organizmanın bir başka varlığı da anlayabilmesi, anlamanın ötesine geçip uyum sağlayabilmesi, uyum sağlayabilmenin ötesine geçip gelişmesine katkı sağlayabilmesi, gelişmesine katkı sağlayabilmesinin ötesine geçip tek olabilmesinin ihtimali yoktur. Ulaşılabildiği noktada ise son nefese kadar sürüp gidecek varlığa anlam verme çabası bahsi geçen göz ardı etme yolunda elde edilebilecek tüm kazançların da elde edilmiş haliyle hayatın sürdürülmesini sağlar.
Ah be deli, yine sıktın baştan sona!
Yalnızlık hakikattir diyorum dostlarım. Çünkü binlerce insanla dahi olsanız tek bir insanla dahi olsanız, oradan oraya koşsanız, şurada yıllarca otursanız dahi temel sorumuz başlı başına yalnızdır. Var olmak ile yok olmaya eşlik edebilecek yalnızca tek bir kavram vardır üretebileceğimiz. Yalnızca tek bir töz vardır sığınabileceğimiz ki o da “Tanrı”, “Yaratıcı”, “Allah” tır. Bu öyle bir kavramdır ki hem zihninizi sonsuzluğa açar hem de gözümüzün önündeki noktaya sıkıştırır. Hem saliselerin sorumluluğunu size yükler hem de en zalimane davranışların dahi sorumsuzluğunu sizlere verir. Çünkü bu töz tektir. Yargılanamaz, parçalanamaz, ikilik oluşturulamaz. Yalnızca var olabilir. Yahut yalnızca yok olabilir.
Sonuç olarak iki yolun da mantıklı olmasının yanı sıra ikinci yolumuz anlaşılacağı üzere meşakkatlidir. İki yolun da uygulanabilir olmasının yanı sıra iki yolun da kazançları ve kayıpları farklılık gösterir. İki yoldan herhangi birinin seçiminin mecburiyet olduğu gerçeğinin yanı sıra hayatı sonlandırmak gibi bir diğer seçenek de söz konusu pekâlâ olabilir. Gel gelelim var olmanın en kestirme yolu belki de bahsi geçen bu üçüncü yolda saklıdır. Sonuç olarak bu üçüncü yolu tercih etmek hakikat yolunda en büyük ahmaklıktır. Ve insan en ahmak canlıdır.
Make your choice!