Varteni Margarosyan'ın Gerçek Kimliği 2
Uzun hikâye gerçekten yaşanmış bir hayat hikâyesidir. Ancak okuyucuların önerilerini de gelecek bölümler için dikkate alacağım. Örneğin, çocukluğumda geçen maceraların bir-ikisinden söz ettim. İleride okuyucunun yönlendirmesine göre diğer hikâyeleri de uzun hikâyeye ekleyebilirim. Ancak kitabın ana hattı ve büyük sürprizi değişmeyecektir.
Birinci bölüm : https://steemit.com/life/@rknnc/varteni-margarosyanin-gercek-kimligi
2.. İstanbul
İlkokulu bitirdiğim yıl İstanbul’a taşındık. Şehzadebaşı merkezli bir lise çağı yaşadım.
Hippiler, çiçek çocukları ..
Bize 68 kuşağı derler.
Eski galata köprüsünün saat 04 ila 05 arasında kapaklarını kaldırmasını izlemek, Aksaray’dan Sultanahmet’e kadar gitar çalarak para toplamak, adalara gezmeye gitmek, Dolmabahçe stadındaki maçları tepeden ve tek kale olarak izlemek kızlara mektup yazmak, şiir yazmak, mahalle aralarında futbol oynamak gibi yapılması gereken işleri yerine getirerek liseyi bitirdim.
12 Mart muhtırası verilmiş, Denizler idam edilmişti.
İTÜ Mimarlık fakültesini kazanmıştım
Fakültede diğer gençlerden daha üstün, daha akıllı, daha karizmatik olmak için memleketi kurtarmaya soyunmak gerekiyordu. Memleketi kurtarmak için ise öncelikle bir tercih yapmak gerekiyordu: “Ya devrimci ya da ülkücü olunacak!” Devrimci veya ülkücü olmayanlar için her iki taraf şu muhteşem özdeyişi kullanıyordu: “ne sağcısın ne solcu, futbolcusun futbolcu!”
Devrimci ya da ülkücü olmaya karar vermek işin elimizdeki kriterler ise şunlardı:
- En sevdiğim arkadaşım devrimci mi yoksa ülkücü mü?
- Aşağı doğru sarkık bıyık bırakmak mı yoksa saçları ve favorileri uzatmak mı bana daha çok yakışır? Birinci seçenekte ülkücü, ikinci seçenekte ise devrimci olmalıyım.
- Okulda devrimciler mi çok yoksa ülkücüler mi? Bu seçenek ileride okula girmek ve çıkmak için çok önem kazandı.
- Kızlara daha karizmatik görünmek için hangisi bana daha uygun?
- Devrimciler Birinci sigarası içiyor ülkücüler ise Bafra. Hangi sigarayı içmeliyim?
- Devrimciler “At martini Debreli Hasan dağlar dinlesin” türküsünü ülkücüler ise “Çırpınırdı Karadeniz bakıp Türkün bayrağına” türküsünü kendilerine sembol edinmişlerdi. Bu da taraf seçmek için bir kriterdi.
Doğrusu karar verirken biraz zorlandım ve sonra çoğunluğun yanında tercihimi kullandım. Artık devrimci olmuştum.
Duvarlara yazı yazmak, ülkücüleri kurşunlamak, bir okulu kurtarmak ( ülkücülerin elinden alarak devrimcilerin eline geçmesini sağlamak) gibi eylemlere katılmadım ama, okulun bütün öğrencilerinin katıldığı boykotlara, yürüyüşlere yani zararsız eylemlere hep katılıyordum.
“Gün doğdu, hep uyandık, siperlere dayandık. Bağımsızlık uğruna da al kanlara boyandık.”
Yürüyüşlerde ben de bu sloganı söylüyordum. Ama ne zaman uyanıp al kanlara boyandığımız konusunda bir fikrim yoktu. Bir fikrim olmasına gerek te yoktu. Ne siperlere dayanmıştık ne de al kanlara boyanmıştık. Sadece söylüyorduk. İşte o kadar.
Memleketi kurtaracaktık.
En büyük tartışma devrimin köylerden mi yoksa metropollerden mi başlaması gerektiği idi. Köylerden başlaması gerektiğini söyleyenler kendilerine Maocu diyerek ayrıldılar. Şehirlerden başlaması gerektiğini söyleyenler ise parçalara bölündüler.
Her biri kendisine Fraksiyon diyordu. Maocular Fraksiyonu, Dev-Genç fraksiyonu, Apocular Fraksiyonu, Aydınlıkçılar Fraksiyonu, Halkın Kurtuluşu Fraksiyonu… Liste giderek uzadı. Şimdi kaç fraksiyon var bilmiyorum ama, şunu biliyorum ki, uluslararası çalışan egemen gizli örgütler bizi adeta köpek kullanır gibi kullanmıştı.
İdealist saf gençler olarak aptalca sürüklenmiştik.
Üniversite hayatım bu hay-huy içinde geçivermişti. Tam yedi yıl! Ülkedeki yapay ideolojik ayrışma ve bunu sonucunda çıkan kargaşa ile geçen yıllar.
Gelecek ile ilgili kaygımız yoktu. Çünkü geleceği düşünecek hayal gücümüz kilitlenmişti. Herkes günü kurtarmak ile meşguldü.
Bugüne kadar yaşadıklarıma bakınca, o tarihte ne kadar dünyadan bihaber olduğumu görüyorum.