Perilerin konuştuğu dil

in #tr7 years ago (edited)

Ve sinema müziği keşfeder…

Sinemanın keşfiyle görsel anlatımı güçlendirmek için bir yan unsur olarak kullanılmaya başlayan müzik, bugün Soundtrack adı altında büyük bir sektöre dönüştü. Sinema endüstrisine çağ atlatan belli başlı film müzikleriyle sinema tarihinde kısa bir gezintiye çıkalım.

Müzik…

Müzik, bir form, anlam, biçim veya isim olarak olmasa da, varlığın yaratılmasıyla birlikte her zaman hissedilen bir tabiat olayıdır. Ve insanoğlu bu doğa olayını disipline edip, sesleri farklı enstrümanlarla taklit etmeye çalışmış ve ortaya çıkan titreşimleri bir biçime, kalıba yerleştirip anlamlı bir hale getirmiştir, adına da (eski Yunan Felsefesi’nde ‘ta musiké’ “perilerin konuştuğu dil” anlamında) müzik denmiştir. İslâm toplumunda ise “mûsikiye” yani “meleklerin dili” denilmiştir.

Müzik, bir başka deyişle belli bir estetik kaygıyla sesleri, duygu, düşünce ve heyecanımızı anlatmak üzere seçilip işlenmesiyle oluşmaktadır.

Toplumlar müziği her döneme, olaya, duruma göre farklı duyguların anlatımı için, kimi zaman coşkun, kimi zaman daha durağan tınılar kullanarak (savaş, barış, düğün, ölüm…) günümüze kadar geliştirerek kullanmıştır. Bu kullanım alanlarını görsel ve işitsel birçok sanat dalında görebiliriz. Bu sanat dallarından biri de Sinema’dır.

Sinema ve müziğin tanışması

19 . yüzyılın sonlarına doğru sinemanın keşfiyle görsel anlatımı güçlendirmek için bir yan unsur olarak müzik kullanılmaya başlanmıştır. Sinemanın müzik ile birlikteliğinin temelleri sessiz sinema döneminde atılmıştır. Bunun ilk örneği 1896’da, Lumiere Kardeşler tarafından Paris’te bir kafede, Sinematograf denilen icatla halka sunulmuştur. Görüntüleri kaydeden bu icat bir perde üzerine yansıtılır ve yansıtılan görüntüleri piyano eşliğinde (klasik parçalar ile o dönemin popüler eserleri) halkın beğenisine sunulur. İlk zamanlar perdedeki görüntüye uygun ya da uygunsuz bir çok doğaçlama müzik kullanılmış, ancak zamanla perdeye yansıyan kareleri insanlarla özdeşim kuracakları, duygu yoğunluğu içine girecekleri uygun müzikler çalınmaya başlanmıştır.

Sinemanın en önemli keşfi, müzik…

Gerçek anlamda ilk film müziği 1908’de L’assasinat du Duc de Guise filmine Saint-Saens tarafından yapılmıştır. Daha sonraları bunun gibi özel film müzikleri hazırlamış birçok besteci ortaya çıkmıştır.

Sessiz film döneminde genellikle müzik aleti olarak piyano kullanılmıştır. Ancak filmlerin kalitesi arttıkça ve sinema sektörü bir endüstriye dönüşmeye başladıkça film şirketleri piyano ile görüntüye eşlik eden müziği yetersiz bulmaya başladılar. Ve akıllarına ilk olarak batı uygarlığının sanatsal anlamda yüzakı diyebileceğimiz en önemli temel yapı taşlarından orkestraları kullanmak fikri geldi. Bu iyi bir fikirdi ancak bunu nasıl başaracaklardı? Çünkü, piyanist beyaz perdeyi izleyebiliyordu, değişen tempolara doğaçlama ayak uyduruyordu, fakat orkestranın bunu başarmasına imkan yoktu. Orkestranın bir müzik üretmesi haftalarca ya da aylarca sürebiliyordu. Bu sebepten ötürü müzik direktörünün filmin prömiyerinden kısa bir süre önce filmi görmesi de yetersizdi. Bu senkronizasyon problemlerine rağmen müzisyenler, film şirketlerinin ısrarlarıyla bir takım müzikler kaydedetmeyi başardılar.

Bunun en önemli örneğini D.W Griffith’in “The Bird of a Nation” (1915) filmini gösterebiliriz. Dünya sinema tarihinin şüphesiz en unutulmaz sessiz film müziği ise Edmond Meisel’in, Sergei Eisenstein’in yönettiği Potemkin Zırhlısı için hazırladığı müziktir. 1925 yılında Sovyet hükümeti tarafından bir devrim propagandası için yaptırılan Potemkin Zırhlısı, Sergei Eisenstein’ın geniş perspektifinde anlam bulmuş ve eseri bir filmin çok ötesine geçirerek sinemanın ne denli etkili olduğunu, kurgu – müzik ve görüntünün insan duyuları üzerinde yakaladığı o muhteşem etkiyi bu film aracılığıyla tüm dünya’ya göstermiştir. Sinemada sessiz dönemin sonu ve sesli dönemin başlangıç sürecinde sinema izleyicisi, görüntü ve sesin nasıl bir etkisi olacağını merak etmiştir. Çünkü o güne kadar perde de izlediğin herşey görüntü üzerinedir. Peki ses sinemada nasıl izleyiciye aktarılacaktı?

Sinemada ses üç farklı formda izleyiciye sunulur

-Diyaloglarla ortaya çıkan ses (insan konuşma sesi)
-Ortam (nesnelerin) veya doğadaki sesler
-Müzik

Sesli döneme geçildiği zaman film müziği artık sadece müzikten oluşan bir dönem değildir. Sesin her tınısını filmin içindeki dramatik kurguyla iç içe geçişini sağlama dönemidir. Yani görüntü – ses (müzik) – kurgu bileşenlerini bir bütün haline getirip, sinema dediğimiz hayal perdesini oluşturan başlıca öğeler…

Bu başlıklar altında ele aldığımızda bilinen ilk usta Max Steiner’dır. Bir gorilin bir kadına olan aşkını anlatan King Kong (1933) filmi ile sinemada müziğin altın çağını başlatır. Çünkü bu filmde kullanılan notalar zengin bir dramatik üslubla bezenmiş ve sonraki yıllarda bestelenen film müziklerini açıkça etkilemiştir.

20.yüzyılın ortalarına gelindiği zaman, insanları 2. Dünya Savaşının karanlık sularından, aydınlığa çıkaracak tek çıkış noktası perdenin beyaz, berrak yüzüne yansıyan umuda dair hikayeler olacaktı. Ve umudu besleyecek duyguları görüntü ve müziğin o eşsiz düetiyle aktarabilirdi sinemacılar. Film stüdyoları, yönetmenler, yapımcılar ve buna müzisyenleri de eklersek artık sinemada yeni bir bakış açısı yakalanması gerekiyordu ve yeni bir keşif hafif hafif perde de belirmeye başlamıştı bile. Orkestralar, karakterlerin hikayesini anlatmakta ve perdedeki aksiyondan çok sahnelerin akılda kalması için çalmaya başladı. Böylece, olay örgüsü veya durum anlatısı dışında müzikle karakterlerin duygu derinliğine inilmeye başlandı. Bu da artık Hollywood’un daha çok realistik-gerçekçi filmlere doğru ilerlemesine ve bununla beraber müzisyenleri yeni bir tarza, müzik yazarlığına doğru götürdü. ‘Not so pleasant’ isimli uyumsuz seslerden oluşan bir besteleme formu kullanıldı. Sinemanın dahi adamı Alfred Hitchcock’un yönettiği Psycho (1960) sinema tarihinde ünlü duş sahnesiyle söz ettiren türünün en önemli örneklerinden biridir. Sinema endsütrisi artık dünyanın en önemli sektörlerinden biri haline gelmişti. 70’li yıllara gelindiğinde fantastik filmler furyası ile müzikte de bir değişim hissedilmişti. Bildiğimiz notaların, seslerin dışında mekanik seslerle uzay, farklı gezegenler, başka hayattan gelen canlılar tasvir edilmeye başlandı. Bunun bilinen en önemli örneklerinden biri olan George Lucas, müziklerini yine John Williams’ ın yaptığı Star Wars ile büyük başarı sağladı. Bu filmin müzikleri, film müziğinde yeniden doğuş olarak adlandırıldı ve bu başarı besteciye Oscar ödülü kazandırdı. Williams besteleri hakkında şöyle demiştir: “Genellikle yapmaya çalıştığım şey yıllardır yaptığım konserlerden dolayı olsa gerek antrakt, uvertür, hafif, yüksek, hızlı, yavaş…vs. gibi terimler çerçevesinde, en tatmin edici sesleri elde edebileceğim şekilde, filmden aldığım malzemeyle müzikal bir temsil üretmek. Yani dinleyicinin ilgisini yakalamak için belirli ölçütler var.”

En çok satanlar listesinde, film müzikleri

Ve Star Wars filmiyle uzayın boşluklarına artık iyice girilmiş oldu. Jedi ve Sith şövalyelerinden bayrağı Spielberg’ in E.T – The Extra Terrestrial filmi almıştı. Bu filmin içeriği ve müziği 80’li yıllara damgasını vuran en önemli sinema olayı olarak kayıtlara geçmiştir. Williams’ın imzasını taşıyan filmin müzikleri hem listelerde yükselmiş hem de albüm satışları açısından başarılı olmuştu. 80’li yıllar film müzikleri açısından dünya sinemasının kırılma noktası olarak kabul edilir. Uzayın karanlık çehresi filmlerin müziklerine de etki etmiştir. Yine bu yıllarda çekilen “Alien” filminin müziği ile besteci Jerry Goldsmith, o güne kadar yapılmış en sert film müziğini bestelemiştir. Bu filmin müziği devam filmlerinin müziklerine de örnek olmakla kalmayıp, çeşitli yapımlarda taklit edilmiştir.

80’li yılların sonu 90’lı yılların başına gelinildiğinde film pazarlama şirketleri farklı bir pazarlama yöntemi geliştirmeye başladı. Filmlerin müzik albümleri, filmlerden önce piyasaya sürülmeye başlandı. Böylece filmler daha vizyona girmeden televizyonlarda, radyolarda kısacası kitle iletişim araçlarında kendi reklamını kendisi yapmaya başladı. Ve müzik filmlerin gişesini belirleyen unsurlardan biri haline geldi.

90’lı yıllarda filmlerle birlikte müzikler de yavaş yavaş milenyum dediğimiz 2000’li yıllara göre dizayn edilmeye başlandı. Sinema ve müzik endüstrisindeki bu değişim film müziklerini de etkiledi. 70’li 80’li yılların müzikleri remake ve cover’larla günün şartlarına uyarlandı. Tarantino filmlerinde (pulp Fiction, Kill Bill…) sıklıkla görebiliriz. Bu tarz uygulamalara video klip geleneğinden gelen Guy Ritchie filmlerinde de rastlamak mümkün. (Lock Stock and Two Smoking Barrels 1998)

Filmlerin önüne geçen soundtracklar!

Özellikle 90’lı yılların sonunda ve 2000’li yılların başında çekilen bazı filmler sinemaya farklı bir ses - soluk getirdi. Ve bu filmler uyandırdığı etkinin yarısından fazlasını soundtrackine borçlu diyebiliriz. Bu konuda birkaç örnek verecek olursak Titanic, Gangsta Paradise, Requiem For A Dream, Amelie… Bu listeye David Fincher’ın Fight Club filminin tarzı ve müziklerini de ekleyebiliriz.

2000’li yıllara gelindiğinde film şirketleri 35 mm kameralardan digital kameralara, müzik seçimin de ise maliyeti orkestraların maliyetlerinin çok daha düşük rakamlarına hazırlanabilen ‘digital soundtrackler’e –dijital film müzikleri- yönelmeye başladı. Tabi teknolojik seslerin bilgisayar ortamında hazırlanması da bu sürecin hızlanmasında etkili oldu.

Yeni bir yüzyıla girerken Matrix filmi kullanılan teknoloji ve müzikleriyle dünya sinemasına yeni bir bakış açısı getirmiş ve film endüstrisine farklı bir bakış açısı kazandı. Böylece dünya sinemasında da bir dönem kapanırken, yeni bir döneminde başlangıcı oldu. Matrix’le birlikte entertainment (eğlence) denilen sinema sektörü, bir anda arka planında güçlü bir felsefesi olan görsel şölen haline dönüştü. Subliminal mesajlar, imgesel anlatım, tasvirlerin dini motiflerle süslenmesi hepsi sinemayı sanatın zirvesine taşıyordu. Bu süreç Matrix, Yüzüklerin Efendisi (Lord of the Rings), Harry Potter, X – Man serisi gibi fantastik sinemanın yükselişi ile müzikteki değişim kendini göstermeye başladı. Bilimkurgu sinemasının geldiği en üst nokta Avatar filmiydi ve ses ile görselin muhteşem ahengi sinema izleyicisini sinemanın kırmızı koltuklarına bağladı. Avatar filmi dünya sineması için bir dönüm noktasıdır. Sinema ile tüm dünyaya tanıtılan bu yeni teknik – teknoloji yeni kitle iletişim araçlarının görsel ve ses kalitesi olarak zirvesidir diyebiliriz.

Sessiz sedasız başlayan bir sinemanın, sesin gücünüde arkasına alarak insanlığı götürdüğü yer, bir kez daha sanatın en güçlü dalı olduğunun ispatıdır. Ses ise sinemanın herşeyi diyemezsekte birçok şeyi demek yanlış olmaz.

FİLM MÜZİĞİ YAPAN BAŞLICA İSİMLER

Ennio Morricone, Howard Shore, Gustavo Santaolalla, John Williams, Andrew Lloyd Webber, Danny Elfman, James Horner, James Newton Howard, Hans Zimmer…

Sort:  

güzel bir post olmuş. seçilen film müzikleri gayet güzel. özellikle requiem for a dream ve the good the bad the ugly müziği. zaten o dolar serisi efsane. 3 filmin hepsi de birbirinden güzel hem senaryosu hem müzikleriyle. clint eastwood un oyunculuğu da cabası.
şu filmlerin de müzikleri efsanedir.

  • Pulp Fiction
  • Trainspotting 1-2
  • Eyes Wide Shut
  • Le Grand Bleu
    daha çok yazılır ama aklıma gelmiyo şuan. Ve izlediğim kadarıyla; Kubrick, Tim Burton, Francis Ford Cappola, Hitcock, Martin Scorsese ve Tarantino bu yönetmenler müzik konusunda dehadır.

Hi! I am a robot. I just upvoted you! I found similar content that readers might be interested in:
https://ogulgeda.wordpress.com/