Asıl Fakirlik
Kaybettiğimiz ne varsa aslında en başında kazanmış mıyız bir bakmalıyız buna. Çünkü biz varoluş yasası olarak üstümüzde hiç bir elbise yokken, hiçbir ganimet yokken, cepsiz bir şekilde ağlayarak gelmişizdir bu dünyaya. Her seferinde bazı şeylerin kıymetini hep onları kaybedince anlamaktayız. Üzerimizdeki birkaç tebessümü de her şekilde alabilme ihtimalleri var tabi ki kaybettiklerimizle beraber. Gezegenimizde bir anlayış biçimi vardır ki insan parası varsa zengin, parası yoksa fakirdir. Peki gerçekten böyle midir ya da doğru mudur bu anlayış biçimi?
Her şekilde bir zenginlik veya fakirlik kavramının olduğuna eminiz fakat asıl fakirlik aslında paylaşmamak değil midir? Sokakta yaşayan bir ekmeğin yarısını bölüp de başka bir sokak çocuğuyla paylaşan yaşlı amcanın neresi fakirdir? Aslında bu insani erdemler, insani değerler onu dünyanın en zengin insanı yapmaktadır.
Peki paylaşmak, paylaşılmak kadar önemlisi var mıdır bu dünyada? İnsan dünyaya geldiği ilk andan itibaren paylaşmaya yönlendirilmiştir. Acı olan da bu. İnsanın paylaşmaya yöneltilmesi şarttır. Yani aslında dünyanın kurulu olduğu düzeni daha iyi bir hale getirmek istiyorsak paylaşmayı bir yasa haline getirmemiz gerekmektedir. Sevgimizi, sinirimizi, aşkımızı, kavgamızı paylaşmadığımız takdirde hepsinin sonucunda olanın bize olduğunu biliyor, fakat yine de yalnızlığımızı işimize gelince dillendiriyoruz. Asıl zenginlik paylaşmaktadır. Nefretimizi dahi paylaştığımızda kötü olan her şey paylaştığımız gibi azalır, iyi olan ne varsa da paylaştığımız an çoğalmaktadır. Asıl fakirlik paylaşmadıklarımızın ellerimizde tek başına yanıp kül olmasına şahit olmaktır.