“Aleviler ve Sosyalistler” Üzerine Aykırı Düşünceler (1)

in #tr4 years ago

aleviler ve sosyalistlerkapak.jpg
“Aleviler ve Sosyalistler” Üzerine Aykırı Düşünceler
(Aşağıdaki yazı, Ayhan Yalçınkaya ve Halil Karaçalı’nın derlediği “Aleviler ve Sosyalisler, Sosyalistler ve Aleviler – Bir karşılaşmanın Kenar Notları” adlı kitap için neredeyse tam bir yıl önce yazılmıştı. Yazıyıyı bloğumuzda ve diğer dijital mecralarda yayınlamak için kitabın yayınlanmasını beklemiştik. Kitap, sanırım korona salgını nedeniyle epey bir süre gecikerek, nihayet kısa bir süre önce çıktı.
Bu nedenle şimdi artık kitapta yer alan yayınlanmış yazıyı dijital ortamlarda yayınlıyoruz.
Derlemeye gönderdiğim aşağıda yer alan yazıyı yazdığımda, kitapta yer alacak yazıların ne konularını ne yazarlarını ne de konularına nasıl yaklaşacaklarını bilmiyordum. Bu bakımdan yazım bir kör atış sayılabilirdi.
Ancak şimdi kitaba bakınca, içeriğini önceden bilmememe rağmen, kitapta yer alan yazıların, yazımda farklı bağlamlarda yer alan temel önermeler ve tezlerin doğruluğunun olgusal kanıtlarını sunduğunu gördüm.
Bu bakımdan yazım kitaptaki yazıların dayandıkları gizli varsayımların toplu bir eleştirisi gibi görülebilir.
Demir Küçükaydın
18 Aralık 2020 Cuma)

5-6 Ekim 2019’da, İzmir’de, “Alevi Bektaşi Kültürünü Tanıtma Derneği ile Munzur Akademi Kültür Sanat Turizm Derneği” isimli iki Alevi organizasyonu tarafından “Aleviler ve Sosyalistler / Sosyalistler ve Aleviler” konulu iki günlük bir sempozyum düzenlenmiş.
Sempozyumu düzenleyenlerden, onun “organizasyonel sorumluluğunu” üstlenen Ayhan Yalçınkaya 14.10.2019 tarihli bir e-mail ile, bu sempozyumla ilgili (muhtemelen sunulan bildiri ve tartışmaları içerecek) bir kitap hazırlandığını, bu konuda benim de görüşlerimi iletmemi ve bunların yayınlanacak derlemede yer alacağını belirtilerek, en geç 31 Ocak tarihine kadar göndermem üzere benden bir yazı istedi.
Aşağıda bu yazı bulunuyor.
Aleviler arasındaki bir tartışmaya sosyalist olarak katılmanın sorunları
“Aleviler ve Sosyalistler / Sosyalistler ve Aleviler Sempozyumu” gerek sorunu koyuşuyla gerek örgütleyicileriyle, gerek gerçekleştiği mekanıyla, gerek katılımcılarıyla ve gerek katılımcılarının konuyu hangi özne açısından tartıştıklarıyla Alevilerin Özne, Aleviler ve sosyalistler ilişkisinin, Sosyalistlerin ve Sosyalizmin Nesne (konu) olduğu bir sempozyumdur .
Örneğin bu sempozyumun programında şöyle ifade edilmektedir:
"Bu sempozyum, son yıllarda, Alevi örgütlülüğünde ve bir bütün olarak Alevi hareketinde gözlenen, genel olarak sol, özel olarak sosyalizm düşmanlığı, anti-sosyalist reflekslerin giderek yaygınlaşması, sosyalizmin ve sosyalistlerin günah keçisi ilan edilerek düşmanlaştırılması ve benzeri eğilimler üzerinden hızla yaygınlaşma eğilimi gösteren milliyetçilik, hatta ırkçılık, mülteci ve göçmen düşmanlığı, cinsiyetçilik, din bazlık ve benzeri eğilimlerin arka planını döşemek için kullanılan ve ilgililerince olabildiğince tartışmaya kapatılarak, sosyalizm düşmanlığı üzerinden mevcut iktidar şebekesine eklemlenmeye ve kendini ona takdim edip onaylatmaya uğraşan bir anlayışın varlığı, suskunlukla ve özellikle tartışmaya kapatılarak yeniden üretilmeye çalışılan refleksler karşısında, olabildiğince çok taraflı, çok boyutlu bir biçimde, geçmişten bugüne sosyalistler ile Aleviler arasında gelişen ilişkilerin, sosyalizm ile Alevilik arasında kurulmaya çalışılan bağlantıların tartışılmasını, bu tartışma içinde ortaya çıkacak sonuçların kamuoyunun dikkatine sunulmasını amaçlar."
Açıktır ki sorun “Alevi Örgütlülüğü” denen özne içinde gelişen sosyalizme karşı veya düşmanca eğilimlerle mücadeledir.
Elbette isteyenler böyle bir sempozyum yapabilir. Buna kimsenin bir itirazı olamaz.
Ancak, bu satırların yazarı ise bir Alevi değil, bir Sosyalist. Dolayısıyla Aleviler ve Alevilik ile ilgili bir konuyu ele aldığında bile muhatabı ve konunun öznesi genellikle sosyalistler ve sosyalizmdir, Aleviler ve Alevilik onun konusu veya nesnesidir.
Bu da sempozyum ve onu şu veya bu şekilde katkı verenler ile bizim tamamen ters ve uyumsuz konumlarda olmamıza yol açıyor.
Öte yandan biz Aleviler ve Sosyalistlerin ilişkileri konusunda çalışan, (mümkün değildir ama haydi mümkün kabul edelim) tarafsız bir akademisyen veya bilim insanı da değiliz.
Bizim yazılarımız sorunu, sosyalizm ve demokrasi uğruna mücadelede Alevi hareketinden ve Alevilerden nasıl yararlanılabilir, onları bu mücadeleye kazanmak mümkün müdür, mümkünse nasıl olabilir gibi sorunları ele alır ve tartışır.
Halbuki Aleviler ve Alevi hareketi, Aleviliğin ve Alevi hareketinin başarısı için sosyalizmin gerekli olup olmadığı, sosyalistlerle ilişkinin nasıl olduğu ve olması gerektiği gibi bir bakış açısıyla tartışır ve tartışabilir.
Ama bu Aleviler ve Alevilik Öznesinin sorunudur, Sosyalizm veya Sosyalistler öznesinin sorunu değildir ve doğası gereği de olamaz.
Ama sorun tam da buradadır, öznelerin ve nesnelerin böylesine zıt bir yer alışı nedeniyle, böyle bir sempozyum veya onunla ilgili bir yayında bizim yer almamamız gerekir.
Elbette sosyalistler de Aleviler içinde sosyalizme karşı yükselen eğilimler ve nedenleri üzerine tartışabilirler, ama bu bambaşka bir özne açısından ve bambaşka kavramlarla yapılabilecek bir tartışmadır.
Bu çelişkilerden bu sempozyumu hazırlayanların bu özne ve nesne konusuna pek kafa yormadığı veya buna dikkat etmediği sonucu çıkar. Örneğin Aleviler öznesi açısından sorunu tartışmak istemektedir ama diğer yandan sorunu sosyalizm açısından tartışmak istercesine bizden yazı istemektedir.
Normal olarak, böyle bir tartışma, mantıki iç tutarlılığa önem verilerek yapıldığında benden bu sempozyum için hazırlanacak kitaba katkı sunmamın istenmemesi gerekir.
Aslında benim de bunları belirtip, “uygar bir insan” olarak, yukarıda vurgulanan çelişkiler nedeniyle muhtemelen bir yanlış anlama olduğunu söyleyip bu sempozyumla ilgili bkitaba bir katkıda bulunamayacağımı, sonuçta çok eklektik bir şey ortaya çıkabileceğini belirtip yazı göndermemem ve yazımı da burada kesmem gerekir.
Ancak böyle “uygar bir insan” olarak, bir yanlış bir anlama veya özneler ve nesneler üzerine pek kafa yormamanın yol açtığı bir yanlışlık sonucu davet edildiğimi belirtip, nezaket gösterip çekilmem gerekirken, böyle davranmayıp, bu yanlışlığı veya yanlış anlamayı istismar ederek, bir fırsat olarak kullanarak bir şeyler yazıp yollayacağım.
Böyle yapmamın iki nedeni var.
Birincisi, görüşlerimi yaymaya çalışmak gibi bir derdim var. Kim bilir belki ilgi duyabilecek birilerinin dikkatini çekebilir. Alevilerin sorunlarını, özellikle sosyalizmden uzaklaşmayı sorun ederek tartışanların, görüşlerime ilgi duyabileceklerini düşünerek, görüşlerime onların dikkatini çekmek.
İkincisi, bunun bir yan ürünü olarak, Alevilerin içindeki, özellikle Alevi sosyalistlerin kafa karışıklıklarından kaynaklanan çıkmaza ve kafa karışıklığına dikkati çekip, Alevi hareketi içindeki sosyalistlere yönelme aracılığıyla Alevi Hareketinin bu çıkmazdan kurtulmasına küçük de olsa dışarıdan bir etkide bulunmak.
Böyle bir etki olabilirse, bu sadece sosyalist ve demokratik amaçlarıma hizmet etmez, ama aynı zamanda bir yan ürün olarak Alevilere ve Alevi hareketine de yararı olur.
Yani amiyane tabiriyle, bir yanlış anlamayı fırsat bilerek sosyalizm ve sosyalistler açısından faydacı bir yaklaşımla, ama bu faydacı yaklaşımın Alevilere de faydası olacağını düşünerek ve umarak, davranmış oluyorum ve bunu açıkça da ifade ediyorum.
Bu fırsatçı, uygar bir insanın pek yapmaması gereken ve centilmence olmayan davranışımı da burada açıkça ifade etmiş oluyorum.
Aleviler ve Alevi hareketindeki kafa karışıklığı
Alevilik açısından bir tartışmaya Alevi olmayan ve Alevileri ve Aleviliği muhatap ya da özne değil, bir nesne olarak kabul eden bir sosyalistin davet edilmesinde ifadesini bulan kafa karışıklığı, aslında Alevi hareketine egemen olan ve çok yaygın kafa karışıklığının özel bir görünümüdür.
Bugün Aleviler arasında Aleviliğin ne olduğu, Aleviliğin tarihi gibi konular tartışılıyor. Sadece Alevilik üzerine yayınlanmış kitapların listesini çıkarıp isimlerine bakmak bile bu tespiti doğrular .
Aslında bütün bu tartışmalar Alevi hareketinin tartışması gereken konular değildir. Alevilerin tartışması gereken Aleviliğin şu veya bu şekilde tanımlanmasının, Alevi tarihinin şu veya bu şekilde ele alınmasının ve açıklanmasının hiçbir politik anlamının olmadığı ve olamayacağı, bütün dinlerin kişilerin özel sorunu olacağı, böylece Aleviler üzerindeki baskıların ve eşitsizliğin ortadan kalkacağı, Alevilerin eşit yurttaşlar olarak yer alacağı bir demokratik cumhuriyete, nasıl ulaşılacağı, bunun için nasıl bir programa, stratejiye sahip olmak gerektiği gibi konulardır.
Ama tam da tartışmaları böyle, “Alevilik nedir”, “Alevilik tarihi nasıldır”, “Sosyalistlerle ilişkisi neden kötü gitmektedir” vs. şeklinde tartışmak, zımnen, örneğin Alevilik öyle veya böyle tanımlanırsa, Aleviliğin üzerindeki baskılara daha kolaylıkla ve başarıyla son verilebileceği anlamına gelmektedir ve bu anlamda bir stratejiyi tartışmak bile değil, aslında belli bir stratejiyi dayatmaktır.
Çünkü yapılan nesnel olarak Aleviliği ve onun tarihini şu veya bu şekilde tanımlamanın veya açıklamanın Alevilerin ezilmesine karşı daha başarılı sonuçlar getireceğini savunmak anlamına gelmekte ve dolayısıyla aslında devletin Aleviliğin ne olduğuna karar vermesini kabul etmek, onu belli bir tanımı kabullenmeye zorlamak veya onun kabul edebileceği bir tanımı savunmaktır. Ne niyet ve gerekçeyle olursa olsun, bu nesnel olarak, devletin Aleviliği tanıması Sünnilikle eşit düzeyde tutması için mücadele etmektir. Bizce tam da yanlış olan budur.
Fiilen dayatılan ve uygulanan strateji bağlamında Aleviliğin ne olduğunu bilimsel ve tarihsel olarak en doğru şekilde tanımlamış olsanız, devlet de bu tanımınızı kabul edip eşit yer vermeyi kabul etse bile bu hedef yanlıştır, çünkü bu, devlete tanıma veya tanımama hakkını vermektedir.
Sorun bunu onun elinden almak ve bir daha ele geçiremeyeceği bir “devlet yapısı” örgütlemektir.
Alevi hareketi, sadece Alevilik için değil, bütün inançlar için tanıma hakkını devletin elinden almak için mücadele etmelidir.
Aleviliğin şu veya bu şekilde tanımlanmasının hiçbir politik anlamının olmaması için mücadele etmelidir.
Ancak böyle bir durumda Aleviliğin tarihi veya nasıl tanımlanacağı veya sosyalizmle ilişkisi gibi sonular politik anlamı olan tartışmalar olmaktan çıkar, kişilerin özel sorunu olarak herhangi bir politik çıkar ve kaygıdan uzak olarak tartışılabilir. Ancak o zaman Alevilik üzerine bilimsel ve tarafsız tartışmalar yapılabilir.
Bu koşul yokken sanki bu koşul varmışçasına Aleviliğin tarihi ve ne olduğu üzerine tartışmak hem bir kafa karışıklığının ifadesidir hem de pratikte, devlete bu hakkı tanımak, bu hakkın devletin elinden alınması için mücadeleyi boşlamaktır.
İşte, “Aleviler ve Sosyalistler / Sosyalistler ve Alevler” konulu bu sempozyum da aynı yanlışın bir başka versiyonudur.
Sosyalistler ve Alevileri ve onların ilişkilerini tartışmak sorunu gerçek bir program ve strateji tartışmasından uzaklaştırarak, onu gündeme getirmeyerek, Aleviliğin tarihini veya ne olduğun tartışanlarla aynı yanlışa düşmektedir.
O halde Alevi hareketindeki sosyalistler için soru şudur:
Alevi hareketinin somut programı, amacı, hedefi ne olmalıdır, bu hedeflere ulaşmak için hangi güçlere dayanmalı ve ittifaklar yapmalı, hangi güçleri tarafsızlaştırmaya çalışmalı, kısaca stratejisi ne olmalıdır?
Alevi hareketi içindeki sosyalistler bu konuyu sadece kendi gündemlerinin başına almamalı, aynı zamanda Alevi hareketi içindeki diğer eğilimleri bu program ve strateji tartışmasına çekmeye, onları bunu tartışmaya zorlamalıdır.
Bunun dışındaki her şey, bu acil ve temel görevin savsaklanması ve bugünkü kafa karışıklığının devamı ve pekişmesi anlamına gelir.
Dolayısıyla sadece özne ve nesne belirsizlikleri nedeniyle değil, bu nedenle de, yani yanlış bir halkayı yakalaması nedeniyle de bu sempozyum hem bu kafa karışıklığının ifadesidir hem de bu kafa karışıklığını pekiştirmektedir.
Elbette program ve strateji sorularına Alevi hareketi içindeki ve onu oluşturan farklı sınıfların ve kesimlerin farklı cevapları olacaktır. Bugünkü örneğin Aleviliğin ne olduğuna dair tartışmalar ve farklılıklar bunun bu farklılıkların strateji ve program farklılıkları olduğu gerçeğini gizlemektedir. Bu farklılıkların açığa çıkmasından korkmamak, aksine bunun için mücadele etmek, çaba göstermek gerekir. Ancak açık ve net şekilde farklı program ve stratejik hedeflerde bölünmeler olduğunda, program ve strateji tartışması biter, kölelerin dolaylı dilini konuşmaktan kurtulur. Ancak o zaman açık ve net olarak belirlenmiş hedef ve stratejileri olan eğilim ve güçler arasında somut hedefler için taktik esneklik ve pratik ittifakların yolu açılmış olur.
Özetle bu sempozyum sadece kafa karışıklığının bir ürünü değildir sadece onu yansıtmamaktadır, onu arttırmaktadır.
Bizim de bir bakıma davetsiz misafir olarak yazmamızın nedeni, bu durumu Sosyalist olduğunu düşünen Alevilere gösterebilmektir.
Alevi olmayanlar Aleviliği anlayamaz ve üzerine konuşamaz mı?
Burada Alevi olmayan, Aleviliği ve Alevileri bir nesne olarak alan ve sorunları Alevilik açısından tartışmayan bir sosyalist olarak yazdığımız için, Aleviler arasında çok tekrarlanan bir önermeye de kısaca değinmemiz gerekiyor.
Birçok Alevi, “Aleviliği bilmeyenler veya Alevi olmayanlar Alevilik hakkında konuşamazlar, Ancak Aleviler Aleviliğin ne olduğunu bilebilirler ve tartışabilirler” gibi sözler söylemektedir.
Bu eğer bir yaptırımı hedeflemeyen bir önerme ise, bu önermenin herhangi bir yaptırım amacı (ve yaptırımı uygulayacak araçları) olmadan ifadesi saçmadır.
İsteyen tartışır bu nasıl engellenecektir? Engellemek imkansızdır. İnsanların ağzı torba değil ki büzesiniz. Bu biraz “abdestsiz namaz olmaz”a benziyor. Hoca “Abdestsiz namaz olmaz” deyince Bektaşi “ben kıldım oldu” demiş.
Birileri de konuşur ve konuşmuş olur.
Kaldı ki Aleviler ve Alevilik hakkında bir şeyleri başkalarının tartışması niye kötü veya zararlı veya yapılamaz olsun?
Ayrıca eğer bir yaptırım aracı varsa veya kastedilen Alevi olmayanların Aleviler ve Alevilik üzerine konuşmasını engelleyecek yaptırımlar uygulanması ise, bu daha da korkunçtur, çünkü insanların düşünce ve ifade özgürlüğüne karşı bir saldırıdır.

Alevi olmayanlar Alevilik hakkında söz söyleyemez ve tartışamaz demenin bir de şöyle bir anlama geldiğini var sayalım. “Alevi olmayanlar Alevi olmadıkları için Aleviliği bilemezler dolayısıyla söyleyecekleri, çıkarsamaları ve yargıları bu nedenle yanlış olacaktır.”
Sanırız “Alevi olmayanlar, Aleviler ve Alevilik hakkında konuşamazlar” önermesi esas olarak bu anlamda kullanılmaktadır.
Ancak bu anlamda da yanlıştır.
Neden?
Aleviliği (veya başka bir şeyi) bilmek demek, onun kurallarını, işleyişini bilmek demek değildir.
Bir zamanlar insanlar sadece dünyayı biliyorlardı. Teleskopları olmadığı için diğer gezegenler, yıldızlar, galaksiler vs. hakkında hiçbir bilgileri yoktu. Bunları bilmedikleri için de dünyayı, yani onun ne olduğunu bilmiyorlardı. Ancak yıldızları, gezegenleri, galaksileri tanıdıktan bildikten sonra dünyanın örneğin bir gezegen olduğunu bilir hale gelebildiler.
Bir şeyi bilmek, her şeyden önce onun hangi genel kategori içinde sınıflandırılacağını ve o genel kategori içinde onu o kategorideki diğerlerinden ayıran özellikleri bilmek demektir.
Yine çok tartışılan “Alevilik Din mi?” örneğinden gidersek, bu konu öncelikle dinler ve din kategorisi hakkında bir bilgiyi gerektirir. Bu bilgiden yoksun olanlar bir zamanların ne yıldızları ne de gezegenleri bilmeyen ama bu dünyada yaşadıkları için bu dünyayı “bilen” insanları gibidir.
Aleviliğin e olduğunu bilmek, başka dinleri bilmeyi gerektirir. Dinin ne türden bir toplumsal kategori olduğunu bilmeyi gerektirir, toplumun yapısını ve tarihini bilmeyi gerektirir.
O halde, Aleviliğin ne olduğunu bilmek veya tartışabilmek, öncelikle Toplumun ne olduğunu, toplumun diğer var oluş biçimleriyle (örneğin Canlılar, Cansızlar gibi) farklılıklarını; toplumun yapısını oluşturan farklı kategorilerden olguların ayrımını, örneğin dinin diğer toplumsal kategorilerden farkının ne olduğunu bilmeyi gerektirir ancak bundan sonra Alevilik olarak görülen olguların hangi kategori çerçevesinde ele alınabileceği, eğer din kategorisinden bir olguysa onu diğer dinlerden ayıran özellikler konusuna girilebilir.
O halde, Aleviliğin ne olduğunu anlayabilmek veya bu konuda konuşabilmek için Aleviliğin inceliklerini vs. bilmek değil, örneğin tüm diğer din ve mezhepleri bilmek, bunların ortaklıklarını bilmek ve net olarak tanımlamak gerekir ki Aleviliğin o kategorilerden birine dahil olup olmadığı anlaşılabilsin.
Demek ki, aslında “Alevi olmayanlar Aleviliği bilemezler ve Aleviliğin ne olduğunu anlayamaz veya tartışamazlar” önermesinin tam zıddı doğrudur. “Aleviler Aleviliğin ne olduğunu bilemezler” demek gerekir.
Elbette Alevi olan, ama aynı zamanda diğer dinleri, mezhepleri, diğer toplumsal kategorileri, toplumun tarihini ve yapısını bilen biri de Aleviliğin ne olduğu hakkında doğru bir şeyler söyleyebilir. Ama o kişinin Alevi olmasının bu dinler, tarih, toplum vs. konularındaki bilgiyle arasında içsel ve zorunlu bir bağ yoktur ve bu rastlantısal bir durumdur.

Aleviliğin tarihi, ne olduğu vs. konusunda Aleviler tarafından tertiplenen toplantılara, davet edilen konuşmacılara, keza Aleviler tarafından yapılan yayınlara, yazılan kitaplara baktığımızda tüm tartışmanın, (birkaç istisna dışında) Aleviler tarafından ve Aleviler arasında yapıldığı görülmektedir.
Yani açıkça bir ilke gibi ifade edilmemiş olmakla birlikte fiilen Alevi olmak ile Aleviliğin ne olduğunu bilmek arasında zorunlu bir ilişkinin varlığı pratiğe yön veren adeta gizli bir varsayım gibidir.
Elbette bu olgunun nesnel toplumsal bir anlamı vardır.
Yukarıda kısaca değinildiği gibi, o başlıklar altında Alevi hareketinin sorunları tartışılmaktadır, daha doğrusu tartışılamamaktadır, bu tartışma engellenmektedir, beli bir strateji dayatılmış olmaktadır.
Elbette Alevi hareketin sorunları öncelikle bu hareketi oluşturanların ve kendilerini bu hareketin bir parçası olarak görenlerin sorunudur. Tartışmanın öznesi Alevilerdir.
“Alevi olmayanlar Aleviler ve Aleviliğin ne olduğunu bilemez” derken anlatılmak istenen de muhtemelen budur.
Ama yine kafa karışıklığının başka bir tezahürü karşısındayız.
Haklı olabilecek bir kaygı son derece yanlış bir ilkenin savunusuna dönüşmektedir.
Aleviliğin ne olduğunu bilmek ile Alevi hareketinin ve Alevilerin sorunlarını bilmek ve tartışmak çok farklı konulardır. Aleviliğin ve Alevi hareketinin sorunlarını tartışmak için Aleviliğin ne olduğunu bilmek bile gerekmeyebilir. Zaten hareketin çıkmazı ve kafa karışıklığı da tam buradadır. Bir hareketin sorunları Aleviliğin ne olduğu, tarihi vs. gibi tartışmalar üzerinden yürütülmektedir.
Bizim özel zorluğumuz ve ağırlık noktamız
Burada Aleviler ve Sosyalistler konusunda bizim özel zorluklarımız hakkında da bir çift söz etme gereği ortaya çıkmaktadır.
Yazılarımıza ve görüşlerimize biraz aşinalığı olanların bildiği ya da sezmiş olacağı gibi, biz bizzat bugün gerek akademik dünyada gerek sosyalistler arasında gerek Aleviler arasında yaygın olarak kullanılan kavramların ve anlamlarının kendisini de sorguluyor; bu kavramların bilimsel (sosyolojik, Marksist) tanımlarının yapılmadığını söylüyor ve teorik ve politik çalışmalarımızın ezici bir bölümünü bunu göstermeye ayırmış bulunuyoruz.
Yani sorunun olgularda ve olguya ilişkin bilgide değil, o olguları sınıflamak, kategorize etmek için kullanılan kavramsal araçlarda olduğunu söylüyoruz.
Yani biz “Aleviler ve Sosyalistler” derken bile gerek Alevilerin gerek Sosyalistlerin gerek Akademisyenlerin bu kavramlara yükledikleri anlamların neredeyse hepsini reddediyoruz, eksik, yetersiz veya yanlış olduklarını, çoğu kez hiçbir bilimsel değerleri olmadığını söylüyoruz.
Tabii bu durum bizim işimizi olağanüstü zorlaştırıyor.
Çünkü, aslında biz var olan ve yaygın olarak kullanılıp yaygın kabul gören bu kavramlara yönelik bilimsel veya diğer Marksistleri eleştirmeye yönelik bir kitapta metodoloji başlığı altında yapmamız gereken eleştirileri ve kavramsal açıklamaları, ister istemez böyle sınırları belirli bir konu çerçevesinde ifade etmek; en azından ne söylediğimizin anlaşılabilmesi için, bu temel ve genel kavram ve kategorilere ilişkin bir şeyler söylemek zorundayız.
Bu nedenle de kavramsal açıklığa öncelik vereceğiz. Ama bu kavramsal açıklık çabası, ister istemez Aleviliğin ne olduğu tartışmasına girmek gibi görünecektir. Böyle görünse de bizim amacımız sadece kavramsal ve kategorik açıklık ile bugünkü Aleviliğin ne türden bir olgu olduğuna açıklık getirmektir.
Şimdilik konuyu daha fazla dağıtmamak için bunu belirtmekle yetinip kavramsal netleşme konusuna geçelim.
Niçin önce kavramsal açıklık?
Aleviler ve sosyalistlerin ilişkisini ele alabilmek için önce kavramları, ele alıp netleştirmek gerekiyor.
Çünkü bugün Alevilik olgusuna ilişkin olarak, epeyce bir veri birikmiş bulunuyor ama bu veriler yığınını sınıflandırmaya, açıklamaya yarayacak kavramsal bir temel veya netleşme bulunmuyor.
Bu saptamayı kanıtlamak için, çok yaygın ve genel, bir kaynak vermeyi bile gerektirmeyecek, bir örnek verilebilir.
Bilindiği gibi Aleviliğin ne olduğu, hangi kategoriden bir olgu olduğu, bu bağlamda da bir “din” olup olmadığı üzerine bir tartışma yürümektedir.
Bu tartışmada, kimin neyi ve neden savunduğundan soyutlanmış olarak, “din” diyenler ya da demeyenlerin sadece din kavramına yükledikleri anlamlara bakıldığında bile din kavramının anlamına ilişkin büyük farklılıklar bulunduğu görülür. Bu farklılıklar öyledir ki, örneğin din kavramına yükledikleri anlamlar bakımından bir Aleviliğe din diyen ve demeyen iki zıt görüş, din kavramını aynı anlamda kullanabilirken, Aleviliği din olarak tanımlayan iki görüşün din kavramına yükledikleri anlamlar birbirine galaksiler kadar uzak ve zıt olabilmektedir.
Tabii bir de Aleviliği bir “yaşam tarzı veya pratikleri”, bir “kültür”, bir “dünya görüşü”, bir “mezhep”, bir “felsefe” vs. olarak tanımlayanlar var.
Benzer şekilde bunların her biri arasında ve içinde de, örneğin “Felsefe” diyenler veya “Felsefe” demeyenler içinde veya arasında da, felsefe kavramına yüklenen anlamlar birbirine galaksiler kadar uzak olabilmektedir.
Yani Aleviliğin ne olduğu konusunda henüz olguların ne olduğunu, hangi kategoriden olgular olduğunu belirleyebilmek için bile, ortada içeriği ve anlamı üzerinde anlaşılmış veya genel kabul görmüş kavram ve kategoriler bulunmamaktadır.
Yani “din”, “kültür”, “dünya görüşü”, “yaşam tarzı” veya “mezhep” vs. gibi kavramların, kendilerinin veya yüklenen anlamların, bilimsel (sosyolojik) olup olmadıkları bir yana , kavramların ortak ve genel bir kabulü olsa bile, sorunu tartışmak nispeten kolay olabilirdi.
Böyle bir durum bile yoktur.
Bir örnek olarak din kavramının belirsizliği, farklı anlamlarda kullanılışı ve sonuçları
Bu zorluğu yine Din kavramıyla örnekleyelim.
Örneğin bir kısmı dini tanrı inancıyla, diğer bir kısmı tek tanrı inancıyla, bir kısmı “semavi Dinler” ile, bir kısmı İslam ile özdeşleştirir ve öyle kullanır. Bir kısmına göre din birtakım ritüeller ve inançlardır. Bir kısmına göre tamamen politik bir olgudur. Bir kısmına göre öte dünyaya ilişkin kabullerdir dolayısıyla bu dünyanın işlerine karışmamalıdır. Bir kısmına göre bu dünyayı düzenlemenin aracıdır. Bir kısmına göre bilimle zıtlık içinde inançtır, hurafelerdir. Bir kısmına göre gerçeğe ulaşmanın biricik yoludur. (Bu liste de uzatılabilir.)
Aleviler üzerine veya Aleviler tarafından yazılmış her metinde, her konuşmada, her tartışmada defalarca karşılaşılacak bu örneklerden anlaşılabileceği gibi kavramlar üzerine bir netlik ve açıklığa asgari ölçüde olsun ortaklığa ulaşmadan ne bir diyalog ne bir tartışma ne de Aleviliğin ne olduğu üzerine tartışmalarda en küçük bir ilerleme mümkün değildir.
Yani Aleviliği tartışmak için bir ortak dil, bir “Lingua France” bile bulunmamaktadır. Durum Babil Kulesi’ni yapanların durumu gibidir. Herkes farklı bir dil konuşmaktadır, kimi sesler birbirine benzese de bu onların içeriklerinin benzeştiği anlamına gelmemekte, rastlantısal ses benzerliklerinden öteye gidilememektedir. Ama kimi ses benzerlikleri ortada ortak bir dil bile olmadığını anlamayı engellemektedir.
Bu nedenle kavramsal açıklık ve netlik birinci önceliktir.
“Aleviler” kavramı ve “Din” kategorisi
Önce başlıktaki “Aleviler” kavramından başlayalım.
Bunun için de er ve zaman kısıtlılığı ve Aleviler konusunun tartışılmasındaki büyük ağırlığı ve önemi nedeniyle de Din kategorisinden ve kavramından başlayalım .
Çünkü toplumsal bir olgu olarak Aleviliği anlamak için Alevilik diye bir sorun Din kavramı bağlamında gündeme gelmektedir.
Aleviliğe din deseniz de demeseniz de (örneğin “kültür”, “dünya görüşü”, “mezhep vs.) yine onu Din kategorisi bağlamında, bu kategoriden bir olgu olup olmadığı şeklinde tartışmış olursunuz.
Örneğin Alevilik “cansız veya canlı bir varlık mıdır” veya “masa mıdır” veya “sanat mıdır” veya “spor mudur” diye bir tartışma yoktur. En azından bu gibi kategoriler çerçevesinde düşünülmemesi gerektiği yolunda bir genel uzlaşma olduğunu varsayabiliriz.
Ama “Alevilik Din midir?” diye bir tartışma vardır. İster “Kültür”, ister “Mezhep”, ister “Dünya Görüşü” vs. densin veya denmesin, bütün bunlar son duruşmada Aleviliğin Din kategorisinden bir şey olup olmadığı bağlamında yürütülen, tartışmaya bir cevaptırlar.
O halde Aleviliğin ve Alevilerin ne olduğunu anlamak için önce, önce Aleviliğin içinde veya dışında olduğu tartışılan Din kavramının veya kategorisinin bir netleştirilmesine ve analizine girmek gerekmektedir.
Din kavramının İslam, Allah inancı (İbrahimi dinler), Kitaplı dinler (Yani Uygarlık Dinleri: Brahmanizm, Budizm, Manicilik, Zerdüştlük, Taoculuk vs.), ritüeller, doğa üstü bir gücün varlığına inanmak, bilimi reddetmek vs. olarak tanımlanması veya anlaşılması gibi çok kaba yanlış kullanımlara girmeyi bile gereksiz görüyoruz. Bu konuda ayrıntılı bir değerlendirme şu yazımızda bulunmaktadır . Bu tür kaba yanlışları kaderleriyle baş başa bırakıp atlıyoruz. Burada çok daha yaygın olan ama üzerine hiç tartışılmamış ve düşünülmemiş olana yöneleceğiz.
“Din” kavramı ve “İnanç”
“Din” derken bugünkü yaygın, genel kabul gören ve egemen anlayış onu “inanç” olarak tanımlamaktadır.
“Din”in “İnanç” olarak tanımlanmasına, hatta bu kavramların birbiri yerine kullanılmasına, bugüne kadar bir itiraz eden olduğunu da görmedik.
İsterseniz Wikipedi’ye girin, isterseniz bir kütüphanenin kitapları sınıflandırmasına bakın, isterseniz din veya Alevilik üzerine herhangi bir kitaba bakın, dinin inanç diye tanımlandığını görürsünüz .
Örneğin Türkçe Wikipedi’de din denince şu tanım veriliyor:
“Din, genellikle doğaüstü, kutsal ve ahlaki ögeler taşıyan; çeşitli ayin, uygulama, değer ve kurumlara sahip inançlar ve ibadetler bütünü.”
Yani Din kabaca “İnanç” ve bu inanca yönelik ritüeller olarak tanımlanıyor.
Peki “İnanç” nedir? “Din”i “inanç olarak tanımlamak ne anlama gelmektedir?
Şimdi bu can alıcı sorulara cevap arayalım.
“İnanç” kavramının epistemolojik anlamı
“İnanç” kavramı bugünkü genel kullanımda ve onu kullananların verdikleri anlamlara bakıldığında iki farklı anlama sahiptir.
Birisi, “bilimsel kanıtlara gerek duymayan kabuller” anlamıdır.
Bu anlamıyla Din, Bilim kavramıyla zıtlık içinde ele alınmakta ve kullanıldığından, bilime zıt, bilimsel “akla, deneye, gözlem ve kanıtlara dayanan” metodu reddetmek anlamındadır.
Tabii bu anlam da bilmenin mümkün olup olmadığı ve nasıl ve hangi yöntemle olabileceğine ilişkin tartışma bağlamında bir anlam taşır. Bu konuya ise “Epistemoloji”, “Bilgi Felsefesi” veya “Bilgi Teorisi” denir.
O halde “Din”e “İnanç” dendiğinde, dolaylı olarak “Din epistemolojik kategoriden bir olgudur, bilgi felsefesine ilişkin bir olgudur” denmiş olur.
Öte yandan, Epistemoloji (Bilgi teorisi ya da felsefesi) de felsefenin bir bölümü olduğundan, “Din felsefi kategorilerle ele alınması gereken felsefi bir olgudur” denmiş olur.
Halbuki Din felsefi kategorilerle ele alınıp anlaşılabilecek felsefi veya epistemolojik bir olgu değil, sosyolojik yani toplumsal bir olgudur ve sosyolojik kategorilerle anlaşılabilir.
Tabii ayrıca Dini epistemolojik bir olgu olarak tanımlamanın kendisi de epistemolojik değil sosyolojik bir olgudur sosyolojik kategorilerle anlaşılabilir.
Bu kadarını belirtip dini bu anlamda inanç olarak tanımlamanın yanlışlığı üzerinde daha fazla durmuyoruz.
“İnanç” kavramının hukuki veya normatif anlamı
“İnanç”ın bir de hukuki ya da normatif diyebileceğimiz anlamı vardır.
“İnanç”, bugünkü toplumda, normatif ve hukuki bir kavram olarak, politik olmayan, kişinin özel sorunu olan anlamına gelir.
Örneğin insan hakları evrensel beyannamesindeki, kabaca “herkes soyu, sopu, inancı, düşüncesi ne olursa olsun kanun (Devlet) karşısında eşittir” ifadesinde veya “fikir ve inanç özgürlüğü” dendiğinde olduğu gibi. Bunların (soy, düşünce, inanç) farklarının politik bir anlamının olmadığı veya olmaması gerektiği, Devletin (Kanunların) bunlar karşısında tarafsız olduğu veya olması gerektiği, bunların özele ilişkin olduğu söylenmiş olur.
Neden?
Modern toplumda, toplumsal yaşamın ve ilişkilerin veya toplumun örgütlenmesi, toplum politik olan ve olmayan (özele ilişkin) alanlar şeklinde, hukuksal veya normatif olarak, iki alana ayrılarak yapılır. “İnanç” ile kastedilen, bunun özele ilişkin, politik olmayana ilişkin bir olgu olduğu ve olması gerektiğidir.
Zaten “İnanç” tanımıyla kastedilen dindir, bir dinin İnanç olarak kabul edilebilmesi için, onun politik alanın dışında olması gerektiği söylenmiş olur.
O halde “inanç” hukuki bir kategoridir. Dolayısıyla bu anlamıyla inanç olarak tanımlanan “Din” de hukuki bir kategori olarak “tanımlanmış” olur.
Burada “tanımlanmış”ı tırnak içinde yazmak gerekiyor, çünkü aslında inanç kavramı analitik ya da sosyolojik bir kavram değil, hukuki veya normatif bir kavramdır. Kavram, İnanç ya da Din’i sosyolojik olarak tanımlamaz, İnanç ya da Din olarak kabul edilmenin koşulunu, yanı politik alanın dışında olmayı, o alana girmemeyi norm olarak koyar. Toplumu açıklayan değil, düzenleyen bir kavramdır.
Dolayısıyla bu anlamıyla “İnanç” kavramıyla “Din”i tanımlamanın dinin ne olduğunu anlamak bakımından zerrece sosyolojik değeri ve açıklayıcılığı yoktur.
Ama Din’i böyle hukuki bir kategori olarak tanımlamanın kendisi sosyolojik bir olgudur ve bu olgu açıklanmayı gerektirir.

Sort:  

The Alevi movement must struggle to take away from the state the right of recognition not only for Alevism but for all beliefs.