Bir Haliç Manzarası
İstanbul'a bir tepeden baktım dün...
Uzun zaman sonra ilk kez, yaşadığım şehri bir gezgin gibi dolaştım, iş için koşturmadan, tamamen başıboş gezdim sokaklarında, caddelerinde...
Üsküdar'dan vapurla, geze geze Eyüpsultan'a, oradan da Pierre Loti'ye kadar özellikle Haliç civarını biraz denizden biraz karadan gözlemleme şansım oldu..
Sizlerle de paylaşmak istiyorum izlenimlerimi..
Neredeyse küçük bir ülke büyüklüğünde olan bu şehir, muazzam kaynaklarıyla bu sefalete nasıl mahkûm edilir anlamak mümkün değil...
Lüksün ve sefaletin içiçe geçtiği, kaotik bir yaşamsal döngünün sürdüğü, sokaklarının pisliğinin, caddelerinin kalabalıklığının yaşayanları hiç rahatsız etmediği bir tuhaflıklar komedyası...
Hiçbir estetik değerin olmadığı yerleşim planlamasında teknik çözümlerin yetersiz kaldığı binalar yumağı...
Bir yanda çürümeye terk edilmiş binalar, denizde yan yatmış tekneler, bir yanda yeni yapılmış merkezler...
Kişiliksiz binalar yığını, cansız, tatsız, yaşamayan dinlenme alanları...
Haliç'in her iki yakasında da, çürümüşlüğün karşısında yapay bir güzellik yaratma merakı...
Bir yanda Boğaziçi siluetini bozan gökdelenler, lüks villalar, bir yanda yapışık nizam yanyana dizilmiş, sıvasız apartmanlar...
Yerleşimler arası çekme mesafesi kavramı olmadan, birbiriyle kavga etmeye bu kadar düşkün bir halkın birbiriyle bu denli içiçe yaşama arzusu...
Yıllar boyu, belediyeciliği oy uğruna ödün vermek zannedenlerin, kitlelerle ortak yarattığı bir çarpık yerleşim manzarası...
Maddi beklentilerin yarattığı maddi kirliliğin manevi boşluklarda açtığı yaralardan sızan cerahatın başıboş hayatları hastalandırması belki de..
Eski, görkemli günleri hatırlatacak süslü gezinti kayıklarında keyifli bir gezinti yapma ayrıcalığının o görkemi oluşturan gücün kaynaklarına yabancılaşma halini de beraberinde getirmesi...
Turistik eşya satıcılarının birbirinin neredeyse tıpatıp aynı ürünlerini farklı fiyatlara satarak var olma mücadelesi...
Hemen hiçbirinde bir tasarım kaygısının olmayışı, parekende işte sürümden kazanma mantığı...
Kooperatifleşip el emeği göz nuru birbirinden farklı binlerce ürünü markalaştırma düşüncesinin uğramadığı mekanlar..
Sadece ben kazanayım, çok kazanayım, kimseye zırnık yok mantığı..
Gezintiye devam...
Fener Rum Patrikhanesi kurulduğu tepenin üstünden bağırıyor diğer taraftan, ben buradayım diyor..
Mimarisiyle oturduğu tepeden bakıyor bana doğru, üstten bir bakış bu, beğenmeyen, kendini ayrıcalıklı gören.. Farklı ama çevresinden kopuk bir hâli var..
Bulgar Ortodoks Kilisesi ise en azından sahilde kendine yer bulabilmenin mutluluğunu yaşıyor sanki... Tepeden kendisini izleyenleri çok da dikkate almadan selamlıyor beni...
Haliç üstüne kurulu dört köprünün de tasarım olarak birbirinden bu kadar kopuk olmasını anlamak mümkün değil..
Birbirleriyle konuşmuyorlar, yan yana yaşayan ama aynı dili bir türlü öğrenemeyen insanlar gibiler...
Farklı dönemlerin farklı mücadelerini yaşıyorlar hâlâ...
Eski Galata Köprüsü'nün altındaki lokantalar ise kalabalık...Bu alanın çekici bir ışıltı merkezi haline gelmesi çok zor olmasa gerek, biraz estetik bakış açısıyla sadece...
Nasılsa böyle de olsa para kazanıyoruz yaklaşımı, güzel ve iddialı mekanlara ihtiyaç yok bakışı bu sıradanlığa yol veriyor sanırım.
Belediyelerin tek derdi gelirleri olduğundan böyle konularda kafa patlatacak ne durumları ne kadroları da yok anladığım kadarıyla...
Evinin içini güzelleştirmeye binlerce lira döken yurdum insanı, yaşadığı şehir söz konusu olunca nedense umarsız...
İşin en kötüsü bu çirkinliği dert etmeyen okumuş yazmışların derin umarsızlığı...
Dert etmemek, sanırım en büyük derdimiz..
Her gün binlerce insanın ziyaret ettiği Eyüpsultan Camii dış avlusunun zemin kaplamalarını mermer benzeri parlak bir malzemeyle kaplamak yerine farklı düşünerek yeni bir çözüm üretmek çok mu zor geldi acaba gerçekten merak ediyorum.
Yazın sıcağında güneşin etkisini üçe dörde katlayan yansımasını ya da o pürüzsüz zeminin kışın yağmurda yolda yürümeyi ne kadar zorlaştırdığını bilemeyecek durumda mıyız?
Çözümün, gelir kaynaklarının az ya da çok olmasıyla ilgili değil o gelirin doğru yaklaşımla harcanması olduğunu bilmiyor muyuz?
Sokaklarında araba trafiğinden yürümenin imkânsız olduğu ilçeler, semtler, sıra beklemenin aptallık olarak algılandığı toplu taşıma araçları, birbirlerini ezme pahasına geçmeye çalışan yerli ve yabancı coşkun bir kitle...
Binbir eziyetle çıkılan Pierre Loti'de kafasını kaldırıp beş dakika manzaranın tadını çıkaramayan da aynı kitle..
Ellerindeki akıllı telefonlarıyla oynamaya devam eden büyükler, küçükler..
Neden geldiniz bu tepeye? Hem de koşturarak?
Şimdi bir dinlenip seyretmek, bir bardak çay eşliğinde belki, değilse niyetiniz, nedir bu aceleniz?
Manzaraya hâkim masaları kapatmak mıydı tek derdiniz?
Yine birinci olmak güdüsü yani?
Ağaçların gölgesine kaçarken kaç kişi aklından geçiriyor ağaçsız, korusuz, ormansız bir şehrin korkunçluğunu acaba?
Dışarıdan gelenlere sözüm yok, benim sorum bu şehrin sahiplerine..
İstanbul için hiç mi tasarımınız yok?
Hiç mi bunu dert eden mimar, mühendis, şehir planlamacısı, tasarımcı yok bu ülkede?
Yapılması gerekeni yapmak veya en azından doğrusu budur diyebilmek için seçimleri kazanmayı beklemeyen hiç kimse yok mu?
Siyaset dışı bir yaklaşım oluşturmak, bir araya gelmek, tarihi ve geleceği akıl ve bilim imbiklerinden damıtmak, İstanbul için bir mükemmel yerleşim planı yapmak çok mu zor?
Kentsel dönüşümden nefes alınamaz hale gelen mahallelerimizdeki işbilir müteahhitlerin ve onları inşaat ruhsatlarıyla besleyen belediyelerin çalışması mıdır yenilenme?
Sağlam olduğu kadar estetik binaları neden istemiyoruz?
Temiz sokaklar, yayalar için düzenlenmiş kaldırımlar neden yok?
Değişen her yönetimin kendi imzasını atma takıntısının sonucu birbiriyle müthiş uyumsuz beton yığınları içinde yaşamak zorunda mıyız?
Zenginlerimizde de vizyon yok kusura bakmasınlar, paralarıyla üretebildikleri ortada...
Süslü binalar yapmayı, yapay ürünlerle çeşitlendirdikleri yerleşimlerinde sefa sürmeyi zenginlik göstergesi zannetmeye devam etsinler!
Etsinler de, yurtdışına gittiklerinde mağazalardan başlarını bir anlığına dışarı çıkarıp o şehirlerin ruhlarına baksalar...
Özenilecek üretimleriyle yaşadıkları, para kazandıkları, istemeseler de belki, parçası oldukları bu topluma örnek olsalar..
Belediyeler, bizden olsun çamurdan olsun yaklaşımına son verip, söyleyecek sözü olan, derdi bu şehir olan genç yaşlı tasarımcılara bir fırsat verseler ne olur?
Var olanı yıkmadan, teknik olarak gerektiğinde belki sadece, düzelterek güzelleştirmek mümkün değil mi?
Temiz, düzenli, estetik, iyi planlanmış bir şehirde yaşamayı hak etmiyor muyuz yoksa?
Hele ki bu şehir İstanbul'sa, bu sorulara acilen cevap bulmamız gerekmiyor mu?
Sizi bilmem, ama benim hâlâ umudum var...
Vapur iskeleye yanaşırken nereden geldiğini anlamadığım bir çift yunus balığının selamında gördüm umudumun canlı halini...
Bütün bu keşmekeş içinde, caddelerinden beter kalabalık denizinde kendilerine yer bulup oyunlar oynayan o iki harika varlıkta gördüm..
Tek ihtiyacımız sevgi, bir aşk...
Bizi yüzyıllardır taşıyan, sarıp sarmalayıp kendine bağlayan bu şehre karşı bir büyük aşk..
Bazen düşünüyorum. İstanbul Türklere kalmaması gereken bir şehir diye. Kıymet bilmekten yoksun insanlarız. Gezmediğim Dünya'nın, hala en güzel şehri.
Çok güzel anlatmışsınız. Oldukça tatmin etti. Elinize sağlık :)
Birçok arkadaşıma benzer tepkiniz sevgili Doktor, aynı görüşte olmadığımı sizinle de paylaşayım izninizle :)
Son seksen yılda ülkede yaşanan dağişimin dönüşümün köklerini belki şifrelerini anlatmaya çalışıyorum yazılarımda.. Halkın herşeyin doğrusunu bilmek zorunluluğu yok benim gözümde, bildiğini iddia edenlerin, hemen tüm siyasilerin ise büyük payı var bence..
Belirli kesimlerin elinde döndürülen rant tiyatrosunun yarattığı açgözlülüğün sonuçlarını yaşıyoruz ne yazık ki.. Dokunmaya kıyamadığım sanat eserlerini yaratanlar da Türk İmparatorluğu'nun parçasıydı, onları yönetenler de..
Kamplaştırıp ayrıştırarak başka konuları gündeme alıp hayat kalitemizi düşürenler, biraz da benim memurum işini bilircilerin devamı değil mi?
Meslek örgütlerine şaşıyorum ben sanırım en çok, nasıl olur da bir öneri getiremezler?
Katkınız için teşekkür ediyorum
Selam ve sevgilerimle
Meslek örgütleri de sesini çıkaramıyor ya da çıkarak insanları barındırmıyor. Biz rant peşinde koşanları cezalandırmıyoruz. Yine koşup oy veriyoruz. Aynı yola yılda iki lere asfalt döşeniyor. Ne güzel çalıştılar maşallah diyoruz. İstanbul doğal güzelliğüyle muhteşem. Çok iyi eserler bıraktı geçmiş topluluğumuz ama onlar olmasaydı başka eserler olacaktı. Ayasofya gibi... en azından cadde yaparken 2.000 yıllık surlar yıkılmazdı. Kabul etmek zor hatta yurt dışında asla yaşayamam diyorum ama çok kaliteli bir millet değiliz. Vazgeçemem bu insanlardan ama toplum kalitemizin düşük olduğuna gönülden inanıyorum
Meslek örgütleri, akademia, ilgili diğer profesyoneller, böyle bir çalışma yapmak istediler de engel mi olundu diye merak ediyorum doğrusu...
Aydınlar ve burjuva diyebileceğimiz kesim bu sorumluluğu üstlenmedikçe milletin tamamını suçlayamayız. Sizin de belirttiğiniz gibi oy verme gerekçelerimizin arasında bunların hiçbiri yer almıyor ne yazık ki..
Talebi oluşturmak için olması gerekeni arz etmekten çekinen bir "elit" kesimin ortaya çıkan sonuçtan en az şikayet hakkı olduğunu düşünüyorum.
Güzel temiz sağlıklı bir yaşam kalitesi için hepimizin bunu istemesi gerek kanımca, yarışın bu alana çekilmesi de aydınların sorumluluğunda..
Öyle aydınlarımız olmadıkça işimiz zor farkındayım ama insan eğiliminin doğası gereği zamanla bu noktaya gelinecektir düşüncemi de koruyorum..
Selamlarımla
Bahsettiğiniz sözde aydınlar da türk nihayetinde. Onları suçlarken de türkleri suçluyoruz. Sadece sonuç olarak bazı millerler istanbulu bu hale getirmezdi ondan eminim. Belki biz de düzelteceğiz ama yakın zamanda olacağını sanmam
Sevmeyi tekrar hatırladığımızda çorap söküğü gibi gelecek arkası Doktor :)
Güvenmek istiyoruz birbirimize...
Sizin yazılarınızda da izlerini bulduğum o bireysel çabalarla olacak başlangıç..
Hedefimiz güzel bir ülke, çok çalışma, çok sabır ve ortak irade ile mümkün..
Umarım tartışma gibi algılamazsınız yazdıklarımı, çok detaya giremesem de karşılıklı mektuplaşmak engelleri anlamak bağlamında çok değerli..
Tekrar teşekkürler,
Selamlarımla
Fikir alışverişi de tartışma da kötü değildir :) bu esnada karşıya saygı duyulmuyorsa işler çirkinleşir. Mektuplara hep "sevgili Asena" diye başlardım unutmayın :)
Birkaç şeyi güzel yapabilsek evet çorap söküğü gibi gelebilir. Sevmeyi tekrar hatırlamak ilk adım gibi görünmüyor maalesef :(
Bu yazı Curation Collective Discord Sunucusunda küratörlere önerilmiş ve manuel inceleme sonrasında @c-squared topluluk hesabından oy ve resteem almıştır.
This post was shared in the #turkish-curation channel in the Curation Collective Discord community for curators, and upvoted and resteemed by the @c-squared community account after manual review.
Çok teşekkür ederim 🙏🏻
Congratulations @asenakorkut! You have completed the following achievement on Steemit and have been rewarded with new badge(s) :
Award for the number of upvotes
Click on the badge to view your Board of Honor.
If you no longer want to receive notifications, reply to this comment with the word
STOP
Congratulations @asenakorkut! You received a personal award!
You can view your badges on your Steem Board and compare to others on the Steem Ranking
Vote for @Steemitboard as a witness to get one more award and increased upvotes!