Bilimkurgu Romanı - Yerşehir - Bölüm 23

in #mkb6 years ago

image.png

Puhepa kahvaltı sofrasında oyalanan oğlu Sitta’ya “Yumurtanı bitir, yoksa dersleri anlayamazsın” dedi.

“Sen çocukken yumurta yememiştin galiba” dedi Sitta.

“Sen bana ne bakıyorsun. Şimdiki aklım olsa kendimi derslere daha çok verirdim” dedi Puhepa. Oğlu gibi kısa boylu bir kadındı, kocasını kaybetmiş olmasına rağmen yaşama yeniden tutunmayı başarmıştı.

Sitta muzip bir tonla “Söylemek yapmaktan daha kolay, değil mi?” dedi.

“Hayat tecrübemden yararlanmaya çalış. Her nesil aynı hataları tekrarlamasın” dedi Puhepa.

Sitta yumurtanın kalan parçasını ağzına attıktan sonra “Abim yok mu?” diye sordu.

“Sabahın köründe işe gitti.”

“Bu iş merakı nereden çıktı?”

“Bana söylemiyor ama işyerinde bir kıza tutuldu galiba.”

Sitta şaşırarak “Böyle bir şeyi nasıl bilebiliyorsun?” diye sordu.

“Anneler bilir. Gününüzün nasıl geçtiğini gözünüzden anlıyorum. Bir kıza mı âşık oldunuz? Biriyle mi tartıştınız? Kötü bir haber mi aldınız? Hepsini daha siz söylemeden anlıyorum. Onun için sakın bana yalan söylemeye kalkışma”

“Hiç de anlayamazsın.”

“Abin evden çıkmadan önce saçlarını taramaya, kokular sürünmeye başladı” dedi Puhepa. Kendi yumurtası da piştikten sonra Sitta’nın karşısındaki sandalyeye oturmuş, kahvaltı etmeye başlamıştı.

“Bunu ben de anlardım.”

“Dikkat etsen anlardın. Anneler çocuklarının her şeyine dikkat eder.”

“Anladığım kadarıyla küçük dağları anneler yaratmış, büyük dağları da yaratacaklarmış ama tenezzül etmemişler”

“O kadar övünmeye hakkım var herhalde” dedi Puhepa, hemen ardından dışarıdan gelen seslere kulak verdi. Sanki bir yerlerde patlamalar oluyor gibiydi.

Sitta “Ben ne olduğuna bir bakayım” diyerek kalktı, hızlı adımlarla evden çıktı, evlerinin bulunduğu küçük tüneli geçip ana caddeye ulaştı. Caddeden ardı ardına savaş arabaları geçiyor, ellerinde makineli pistoller, kemerlerinde elektroşok bombaları olan askerler onları izliyordu. Örme demirden zırhlar kuşanmış askerlerin yüzlerinden olayın ciddi olduğu anlaşılıyordu.

Sitta yolun kıyısında ordu birliklerinin ilerleyişini büyülenmiş gibi izlerken yüz metre kadar öteye bir bomba düştü ve çevresindeki savaş arabaları havalanıp birer kibrit kutusuymuş gibi taklalar attılar. Düşen bombanın etkisiyle şimdi tüm askeri araçlar durmuştu.

Sitta arkadan gelmekte olan dev boyutlardaki tekerlekli topları görünce telaş içinde sokağına döndü. Bu sırada şehirde sirenler çalınmaya başlandı. Sitta kapının önünde komşularla konuşarak neler olduğunu anlamaya çalışan annesini alıp yeniden caddeye çıktı. Askeri birlikler ilerlemediği gibi geriye de çekilmemişti ancak Sitta bu durağanlık halinin uzun sürmeyeceğini tahmin ediyordu. Annesinin koluna girdi, aceleyle mini tren istasyonuna doğru yürümeye başladılar. Bu sırada caddenin ilerisinden yeniden yoğun patlama sesleri duyulmaya başlandı. Sitta görüş alanının sınırında alev sütunları ve yanan dükkanlar görüyordu. Sanki şehre ejderhalar girmişti de önlerine gelen her şeyi yakıp yıkıyorlardı. Yangınlardan yayılan duman caddeyi oluşturan geniş tünelde doğuya doğru ilerliyordu. Şimdiden havadaki yanık kömür ve barut kokusunu almaya başlamışlardı.

Tren istasyonunda heyecan içinde bekleşen telaşlı bir kalabalık vardı. Sitta sarı saçlı bir kız çocuğunu omzunda taşıyan adama “Tren gelmiyor mu acaba?” diye sordu.

Adam sıkıntılı bir ses tonuyla “Çok zamandır bekliyoruz, gelemeyecek galiba” dedi.

Sitta keşke annem zamanında sözümü dinleyip bisiklet sürmeyi öğrenseydi diye düşündü. Annesini geride bırakamayacağı için tek tekerlekli bisikletini yanına almamıştı. Bu arada sokak lambalarının yaydığı ışık azalmış ve titrek bir hale gelmişti.

“Bu trenin geleceği yok, yürüyelim” dedi Puhepa. Yeniden caddeye çıktıklarında alevlerin kentin dış mahallelerini yutarak ilerlemekte olduğunu gördüler. Şimdi askerler başına geçtikleri dev topları doldurup ateşlemeye başlamışlardı. Topları nereye attıkları meçhuldü, büyük bir gürültüyle patlayan toplar ötedeki ateş sütunlarının içine düşüyordu. Bu arada hava onlara doğru yaklaşan duman nedeniyle iyice ağırlaşmıştı, şehrin bacalarının dumanı tasfiye etmek için yeterli olmadığı anlaşılıyordu.

Şehir merkezine doğru sık adımlarla yürümeye başladılar. Çevrelerinde ağlayan çocuklar, dumandan etkilendiği için yüzlerini kıyafetleriyle örtmeye çalışan adam ve kadınlar vardı. Şehirde tam bir can pazarı yaşanıyordu. Sitta yere düşmüş yaşlı bir kadın gördü, çaresizlik içinde kıvrılmış, ciğerleri sökülüyormuş gibi öksürüyordu. Bir an kadına yardım etmeyi düşündü, ardından önceliğinin annesini kurtarmak olduğuna karar vererek koşar adım yürümeyi sürdürdü.

Sitta’nın kolundan çekiştirerek adeta sürüklediği Puhepa soluk soluğa kalmıştı, “Bir üst kata çıksak mı acaba?” diye sordu. Sitta “Duman ısının etkisiyle yükseldiği için üst katlar daha kötüdür” diye cevap verdi. Şehrin havası şimdiden birkaç derece ısınmış gibiydi, ikisi de terlemiş, korku ve telaştan her yanlarını ateş basmıştı.

Yollar savaş arabaları ve toplar nedeniyle tıkanmış olduğu için cephenin ön kısmından yaralı askerler sedyeyle taşınıyordu. Yanlarından geçen sedyede örme demir zırhı kanla kaplanmış bir askerin “kurtar beni babacığım” diye ağladığını duydular. Önlerindeki iki görevli ise duman zehirlenmesi nedeniyle bayılmış bir kadını taşıyorlardı. Sedyede hareketsiz bir biçimde yatan kadının kararmış yüzünde hiçbir hayat belirtisi yoktu.

Şimdi Puhepa iyice ağırlaşan hava nedeniyle öksürmeye başlamıştı, Sitta annesinin nefesinin tükenmekte olduğunu fark etti, onu iki kolundan tutarak sırtına aldı. Artık Sitta tüm gücüyle koşmaya başlamıştı, şehirde dumanın ulaşmadığı bölgeler olmalıydı. Biraz ileride caddenin kocaman bir kaya parçasıyla kapatıldığını görünce başından aşağıya kaynar sular dökülmüş gibi oldu. Yedi katlı şehrin ana yerleşiminin bulunduğu dördüncü katındaydılar, kentin doğusuna tarafa geçmek için diğer katları da kullanabilirlerdi. Sitta neyse ki alt kata inen asansörlerin yerini biliyordu. Asansörlerin bulunduğu sokağa doğru ilerledi, ancak korktuğu başına gelmişti; asansörler çalışmıyordu. Vakit geçirmeden bir merdiven ya da havalandırma bacası bulması gerekiyordu, bu arada annesinin bir süredir hiç sesinin çıkmadığını fark etti, “Anne, iyi misin?” diye sordu.

“Bırak beni, sen kendini kurtar” dedi Puhepa, ardından yeni bir öksürük krizine tutuldu.

“Merak etme, kurtulacağız” dedi Sitta.

Bu arada asansör bekleyen adamlardan biri karşı sokağa doğru yürümeye başlamıştı. Adam ne yaptığını iyi biliyor gibiydi, bu nedenle Sitta da onun ardında seğirtti. Önlerindeki adam üzerinde demir mazgallar olan yuvarlak kapağı yerinden çıkarıp kendisini ortaya çıkan delikten aşağıya bıraktı. Sitta annesini havalandırma bacasının kenarına oturttu, ardından deliğin içine girerek annesini üzerine çekti. Havalandırma bacası iki omuz genişliğindeydi, dolayısıyla Sitta ayaklarıyla bacanın duvarlarından güç alıp kendisini yavaşlatmayı başardı. Bu sırada annesi bir çocuk gibi omuzlarında oturuyordu, alt kata düştüklerinde Sitta dengesini kaybetti, birlikte yer yuvarlandılar.

“İyi misin?” diye sordu Puhepa, alt katta hava daha temiz olduğu için biraz rahatlamış gibiydi.

“Bir an önce kendimizi öteki tarafa atalım, bu katı da kapatabilirler” dedi Sitta. Tamir atölyelerini, küçük dükkanları, tek odalı evleri geçip ana caddeye ulaştılar. Ortalıkta kimseler görünmüyordu, bu kattakiler çoktan kentin doğusuna geçmiş olmalıydılar. Birkaç yüz metre yürüdükten sonra karşılarında yine aynı manzarayı gördüler: Caddenin ucu üst üste yığılmış kayalar ve aralarına doldurulmuş toprakla kapatılmıştı.

“Daha aşağıya inelim madem” dedi Sitta. Telaş içinde bir süre sokak aralarında dolaştıktan sonra bir asansör buldular. Asansörün gösterge ışığı yandığına göre çalışıyor olmalıydı. Binip bu kez iki alt kata indiler.

Bu katta sadece en yoksul ailelerin evleri vardı. Dumandan etkilenmedikleri ve çatışma seslerini duymadıkları için ikinci katta günlük yaşam olağan akışında devam ediyordu. Burunları sümüklü çocuklar toz içinde birbirleriyle güreş tutuyor, kapı önlerinde toplanmış yamalı giysileri olan kadınlar neşe içinde sohbet ediyordu.

“Ya bu kat da kapalıysa?” diye sordu Puhepa.

“Bir yolunu buluruz, merak etme” dedi Sitta. Puhepa oğluna şefkatle baktı; o artık büyümüş ve bir yetişkin olmuştu.

Ana tünele çıkıp doğuya doğru yürümeye başladılar. Uzun bir yürüyüşün ardından artık diğer kentin öte yakasına geçtiklerine ikna olduktan sonra bir asansör bulup yeniden dördüncü kata çıktılar. Yerşehir’in ana yerleşiminin bulunduğu dördüncü katta ortalık sakin görünüyordu.

Sitta yolda ilk gördüğü insanı çevirip “Şehrimize neler oluyor?” diye sordu.

“Üç bacaklı şeytanlar saldırmış” diye cevap verdi adam, birkaç adım attıktan sonra yeniden başını çevirdi ve “Gazaplarını üstümüze çekmeyecektik, başkan yanlış yaptı” dedi.

Resim Kaynağı: https://pixabay.com/tr/mezar-crypt-mezar-odas%C4%B1-3260163/

Sort:  

To listen to the audio version of this article click on the play image.

Brought to you by @tts. If you find it useful please consider upvoting this reply.

Eline, yüreğine ve kalemine sağlık 🙏🙏

Congratulations @bilimkurgu! You have completed the following achievement on the Steem blockchain and have been rewarded with new badge(s) :

You received more than 10000 as payout for your posts. Your next target is to reach a total payout of 20000

Click here to view your Board
If you no longer want to receive notifications, reply to this comment with the word STOP

Do not miss the last post from @steemitboard:

Christmas Challenge - The party continues

Support SteemitBoard's project! Vote for its witness and get one more award!