Tüm bu olanları tek başına göğüslemek - Tomi
Hikayenin önceki bölümü için tıklayın
1. Bölümün Devamı (1.1):
Tomi büyük felaketten önce ailesiyle birlikte yaşayan mülayim bir gençti, kimsenin ne yaptığına karışmaz, ailesine ve çevresindekilere olan saygısını asla yitirmez ve kimseyi üzmezdi. Bir gün büyük deprem kapıyı çaldığında ise Tomi evden uzaktaydı. Babasının zamanında bir dostuna verdiği borcu tahsil etmek için kasabadan ayrılmıştı. Felaket Tomi yoldayken gerçekleşti. Birden yer titremeye, arabanın camları takırdamaya başladı. Önce arabanın lastiği patladı sandığı için arabadan indi, tekerleri kontrol etmek istedi ama arabadan iner inmez aslında arabada bir sorun olmadığını, yerin titrediğini fark etti. Bir an için panikledi. Ne yapacağını bilemedi ve daha sonra arabaya binip geri eve dönmeyi istedi ama bilmediği bir şey vardı; az evvel geçtiği o uzun kavak ağaçlarıyla kaplı yemyeşil yol artık eskisi gibi değildi.
Biraz ilerledikten sonra yere serilmiş kavak ağaçlarını gördü ve buradan geçemeyeceğini anladı. Hemen telefonuna sarılıp annesini aramak istedi ama şebeke çoktan gitmişti. Tomi arabanın üzerine çıktı, telefonu havaya tutarak bir ileri bir geri koştu ama ne çare. Telefon hiçbir şekilde çekmiyordu. Telefonu gücünün yetebildiği en uzak yere fırlattı. Arabaya tekrar bindi. Direksiyonu kırarak uzun kavak ağaçlarının arasından yolun yanındaki tütün tarlasına girdi. Yoldaki devrilmiş kavak ağaçlarını geçene kadar tarlanın içinden gitmeye çalıştı ama ekinler yeni sulanmış olduğu için araba takılı kaldı ve takılı kaldığı yerden hareket edemedi. Tomi bu işin böyle olmayacağını anladı ve arabasından inip yürüyerek yola çıktı. Hoş, yola çıktı çıkmasına ama yürümesi de epey zordu çünkü bir yandan yer titriyor, adeta kıyamet kopuyordu, diğer yandan ise çamura bulanmış ayaklarıyla ilerlemekte zorlanıyordu.
Tomi daha fazla dayanamadı ve ayakkabılarını çıkarıp sinirle yola fırlattı. Koştu, nefesi kesilene kadar, dalağı şişene kadar evine doğru koştu. Ama yol uzundu. Arabayla buraya kadar tam bir saatte gelmişti, ne zaman eve döneceği ise meçhuldü. Tomi yolda bir yavaşlıyor, bir hızlanıyordu, yerdeki çakıl taşları ayaklarını paramparça ediyordu ama elden ne gelir? Kıyamet kopmaya devam ediyordu. Bu büyük felaket tam on beş dakika sürdü. On beş. Daha önce eşi benzeri görülmemiş bu deprem kim bilir kimlerin hayatını, kimlerin hayallerini, kim bilir kimlerin sevdiklerini elinden aldı o on beş dakikada. Tomi eve doğru yalınayak gitmeye çalışırken saatler geçmişti ve aç, susuz ve yorgun bir şekilde ilerlemeye çalışıyordu. Nihayet yolun kenarında bir sebze bahçesi gördü ve hiç düşünmeden kendini içine attı. Birkaç domates kopardı ve tekrar yola çıkıp domatesleri telaşla yiyerek yoluna devam etti. Yolda yer yer oluşmuş yarıkları gördükçe içini korku kaplıyor ve gözleri doluyordu.
Tomi eve varana kadar neredeyse bir gün geçmişti. Şafak sökmüş ve kuşlar ötmeye başlamıştı. Gözleri uykusuzluk ve yorgunluktan mosmor olan delikanlı kasabaya ilk girdiğinde gördüğü manzaraya inanamadı. Koskoca kasabada sağlam bir tane ev kalmamıştı. Her yer enkaz, her yer moloz kaplıydı. Tomi bu manzarayı gördükçe daha da hızlanıyor, yalın ayaklarının acısına aldırış etmeden eve doğru koşuyordu. Tomi eve vardığında tam bir faciayla karşılaştı. O mutlu mesut yaşadıkları evin yerinde artık sadece beton yığını vardı. Ailesinden kimseyi göremedi. Tüm gücüyle beton parçalarını kaldırmaya çalışıyor, bir yandan da annesine, babasına ve iki küçük erkek kardeşine sesleniyordu ama nafile. Ne ses vardı ne seda. Tam yirmi dört gün boyunca yıkılan evin içinden ailesini çıkarmaya çalıştı. Başardı. Tüm ailesini o yıkıntının içinden çıkardı. Çıkardı çıkarmasına ama bütün bedenler cansız, bütün bedenler soğuktu. Tomi her çıkardığı bedende yeniden kahroldu. Yeniden, yeniden, yeniden…
Yirmi beşinci güne geldiğinde ise, Tomi canından çok sevdiği ailesine mezar kazmaya başladı. Sırayla babasını, annesini ve erkek kardeşlerini evin arkasındaki eskiden çiçekler açan solgun bahçeye kazdığı mezarlara gömdü. Ne acı değil mi? Evden uzağa giden tek kişi Tomi’yken, eve dönebilen tek kişi de kendisiydi. Akşam olduğunda, yaktığı ateşin etrafında ölüm sessizliğiyle oturuyordu Tomi. Birdenbire irkildi, bu neredeyse bir aylık sürede kendisinden başka kimse yoktu etrafta. Ne garip. Gerçi tüm dünya orada olsa ne fark ederdi ki ailesi toprağın altında olduktan sonra? Tomi yavaş yavaş cansızlaşan ateşin yanında uyudu, sabah olduğunda ise kendinde zorla bulduğu güçle yanına birkaç eşya aldı ve barınabileceği bir yer aramaya başladı. Telefonu olmadığı için ne polisi arayabiliyordu ne de jandarmayı. Kasabanın üst taraflarına doğru ilerlediği zaman yıkılmamış bir ev gördü Tomi. Bir umut. Ya yaşayan birileri varsa?
Tomi içinde yeşeren umut kırıntısıyla, kasabadaki yıkılmayan tek eve doğru ilerledi. Eve vardığında “Kimse var mı?” “Merhaba!” Diye bağırarak bahçeye girdi. Hiç ses yoktu, ev boştu. Tomi evin etrafını iyice dolaşıp evin boş olduğuna kanaat getirdikten sonra eline bir taş alıp evin giriş kapısının yanındaki bir camı birkaç denemeden sonra kırdı. Gücü kalmamıştı. Bir çakıl taşı bile ona kaya parçası gibi geliyor, ufacık taşlar bile elinde yüzlerce kiloya ulaşıyordu. Tomi camını kırdığı pencereden eve girdi. Kalbi küt küt atıyordu. Adrenalini öyle artmıştı ki heyecandan eli ayağına dolaşıyor, farkında olmadan adım atıyordu. Tomi pencereden girdiği odanın kapısına kadar ilerledi. Tam kapıyı açarken kolunu duvardaki camdan yapılma süs eşyasına çarpmasıyla süs eşyasının yere düşüp binlerce parçaya ayrılması bir oldu. Tomi’nin resmen ödü patladı ve adrenalin ve korkunun verdiği güçle kapıdan çıkıp evin içinde koşuşturmaya başladı. Resmen evin neredeyse tüm odalarını tavaf etti. Tomi hâlâ kendine gelememişti ve evin içinde koşturmaya devam ediyordu. Daha önce girmediği bir odaya doğru yöneldi ve kapısını açmaya çalıştı. Kapıyı panikle zorlamaya devam etti ama kapı açılmıyordu. Bir anlık yanlış bir kararla geri çekilip kapıya tekme atarak açtı ve içeriye daldı.
Neden Tomi, neden? Neden açılmayan bir kapıyı kırıp içeriye dalıyorsun? Tomi içeriye girip de etrafına baktığı zaman gördüğü manzara karşısında dayanamayıp korkudan bağırarak yere yığıldı. Odanın her yerinde içi doldurulmuş ölü tavşanlar, sıçanlar ve duvarda asılı duran ölü sincaplar vardı. Tomi bunları görünce dayanamadı. Paniğe kapılıp kapıyı kırarak içeri girmemeliydi ama ne yapabilirdi ki? Çok kısa bir süre önce tüm ailesi enkazın altında kalmış, yirmi küsur gün boyunca ailesini beton yığınının altından çıkarmaya çalışmış, dün onları toprağa vermiş ve bugün de hayatta kalabilmek için hiç tanımadığı birinin evine gizlice girmişti. Tomi’nin yerinde kim olsa o panikle o kapıyı kırmaya, kendini başka bir yere atmaya çalışmazdı ki? Bu kadar acının üstüne bir de o panik ve korkuyla ne düzgünce düşünebilmesi ne de normal hareket edebilmesi mümkün olabilirdi. Tomi bayıldıktan sonra, uzun zamandır hasret kaldığı uykuyu uyudu. Kendine geldiğinde akşam olmuştu ve puslu havada pencereden içeriye sızan ay ışığından başka bir ışık yoktu. Gözlerini açtığında karşısındaki manzara karşısında bir şok daha geçirdi ve hemen koşarak odadan çıktı. Nefes nefese kalmıştı. Sırtını duvara yaslayıp ellerini dizlerine koydu, yavaş yavaş yere doğru kendini bıraktı. Başı avuçlarının arasındaydı.
Derin derin nefesler aldı, ne yapacağını düşündü. Birkaç dakika sonra sakinleşmişti. Ayağa kalktı ve usulca kafasını az önce çıktığı odanın kapısından içeriye uzatarak içeriyi izledi. İçi ürperdi. Her yerde içi doldurulmuş cansız hayvanlar vardı. Midesi kaldırmadı, kusacak gibi oldu. Bir daha bu odaya girmemeye yemin etti. Daha fazla o odaya bakmaya dayanamayacağını anladı ve diğer odaları dolaşmaya başladı. Tüm evi gezdikten sonra mutfakta bir çakmak buldu. Baş parmağını çakmağın tekerleğinin üzerinde kaydırmasıyla etraf aydınlandı. Çakmağın aydınlattığı odada, loş ışıkta mutfak dolaplarından birkaç tane mum buldu ve oturma odasına yöneldi. Odayı mumların sağladığı ışık sayesinde rahatça görebiliyordu. Odada televizyon, bir tane üçlü koltuk, iki tane tekli koltuk ve ortada geniş bir sehpa vardı. Odadaki diğer ıvır zıvırlara çok dikkat etmeden tekli koltuklardan birine kendini bıraktı ve sabaha kadar yarı ağlamaklı ve yarı uykulu şekilde oturdu. Tomi’nin yanına su deposu ve samanlığına sera yapıp, kalan yerleri de odunla dolduracağı ve uzun bir süre kendine barınak olarak kullanacağı evle tanışması böyle oldu.
Eğer buraya kadar okuduysanız çok teşekkür ederim :) bu veya bunun gibi güzel hikayelerimi paylaşmamı isterseniz yorum yazarak, beni takip ederek veya resteem yaparak bunu gösterebilirsiniz. Umarım beğenmişsinizdir :)
Sayfanın en üstündeki linkten hikayenin önceki bölümüne, güncellendiği zaman aşağıdaki linkten de sonraki bölümüne ulaşabilirsiniz :)
güzel :)
teşekkürler 😊
Çok acıklıydi 😖
😢😢
Çok güzel bir paylaşım olmuş. Elinize sağlık.
teşekkür ederim :)