Bu Hayatın Bir De Grisi Varmış

in #ben6 years ago (edited)

Kimim ben ?

Bu blogun açılmasındaki en temel motivasyonum, kaygım, sorum, sorunum, öfkem, kinim, nefretim...

Kimim ben ?

Hayat boyu yazabildiğim ve düşünebildiğim zerreler arasında gezinirken bugün, bir şey fark ettim; ayak izlerimin oluşturduğu o devasa resmi. Öyle devasa boyutlarda ki, ilk bakışta anlam veremememin yanı sıra içine düştüğüm hayal kırıklığı ve zihin bulamacından bir nebze olsun beni kurtarması ümidimin, inceledikçe yok olduğunu söyleyebilirim.

1.adım, 2.adım, 3.adım, 4.adım, 5 adım, 6.adım

Siyah ve beyaz renklerle dolup taşan küçücük bir hayat. Sağ ve sol, doğru ve yanlış, iyi ve kötü, güzel ve çirkin, güçlü ve zayıf...

Grisi yok bu ilk 6 adımın ve her seçenek en büyük zevk, tasarı ve de motivasyonla elenmiş, seçilmiş, uygulanmış, en nihayetinde de başarıyla sonuçlandırılmış. Netliğin içinde seçim yapmak da uygulamak da kolaydır azizim.

Kurulan cümleler, seçilen kelimeler, bahsi geçen net tasarının meyvesi. Bir araya geldiklerinde her ayrıntısı güzel, elle tutulur, zihin süzgecinden geçirilir ve ortaya yeni anlamlarla dolu güzel bir dünya çizilir. Aksaklığa yer vermeden, kişiliğin dinamikleri bir bir yerleştirilir. Cesur-korkak, zalim-merhametli, cömert-cimri... Gündelik alışkanlıklar belirlenirken bu dinamiklerin üzerine bir bir inşa başlar. Misal; cesur, merhametli, cömert kavramlarını benimseyen bir kişilik fiziken güçlü olmak zorundadır. Aksi halde cesareti kendisini bir ileriki aşamada aptal-zeki zıtlığının aptal boyutuna taşıyacaktır. Bu bağlamda hayatına entegre edeceği alışkanlıklar, film ve dizilerden çıkan çarpık karakterlerin aksine, realitede ayrıntıları görmezden gelerek politika yapmayı bilen, fiziken güçlü ve çağın ve temas ettiği grubun ihtiyaçlarına karşılık verebilen bir karakter ortaya çıkar. (Kızlar hep kötü çocuklardan hoşlanıyor)= (Erkekler hep kaşarları seviyor.)=Çünkü mükemmelliği biz yarattık.

Sağa dön 1.adım 2.adım 3.adım 4.adım 5.adım 6.adım 7.adım 8.adım

Bu çarpıklık ve çelişki insan fıtratından ziyade, sosyal toplumların kendileri ve çevrelerinde görmek istediklerinden meydana gelen sosyal beklentilerden kaynaklanmaktadır. En nihayetinde kültür dediğimiz şey; varlığını kollektif yapılardan oluşturan, uzun yıllar kendisini arayan ve yayan bir yaşam mücadelesidir. Ve kaynağı olan insan gibi doğar, büyür ve en nihayetinde ölür. Güçlü toplumlar, güçlerini sahip oldukları kültürden alırlar. Bu çarpıklık ve çelişkilere hızlı çözüm üretirler ve nesilden nesile aktaracakları sorunlar ve çözümler sürekli ve hızla yenilenir.

Yine saçmalamaya başladım...

İlk sağa döndüğüm karşılaştığım en büyük travma hayatın gri rengine sahip oluşuydu. Bu rengin varlığını kabul etmenin benim için ne kadar zor olduğunu anlatamam. Hayatımin tamamını bir şematikle temellendirmiş ve bu şematiğin sınırlarını çok net bir şekilde çizmişken, gri renginin varlığını fark etmek, oluşturduğum iyi (!) şematiğinin etrafındaki bir çok değerin, hayatın ve insanın da cayır cayır yanmasıyla var olabildiğiydi. Tahminim odur ki genel kanı; fark edilen bu durumun insanlar üzerinde daha rasyonel bir etki uyandırıp kişileri çıkarlarına yöneltmesidir. En nihayetinde mantık bir tartı ortaya koyar ve her kim olursanız olun tartının ağır kesesinde siz bulunuyorsunuzdur.

Benim için öyle olmadı. Tartının ağır kesesini oluşturmam için gerekli olan hiç bir motivasyona sahip değildim. Dünyanın bir oyuncak gibi elimde şekil değiştirmesi, çelik gibi yerleştirilmiş mantıksal şemaların hamura dönüşmesi kadar gerçekçiydi. Dünyanın grisi vardı, insanın hükmü olamazdı.

Hak !

Peki ya düşünceler...

Zihinsel dünyada cereyan eden olayları fiiliyata dökmek gerek her zaman. Aksi halde etki-tepki madden gerçekleşmez. Etki, manen zihinde uyandırdığı tepkilerden etkilenerek evrim geçirmeye başlar. Bu bir kısır döngüye girerse sonuç halisünojen bulgulara dönüşebilir ki toparlanması, ayıklanması ve çözümlenmesi ve yeniden sağlıklı bir yola girmesi bir hayli zaman alacaktır.

KORKAK toplumların bulmuş oldukları çözüm yolu, zihinsel dünyalarını fiiliyata dökmek yerine, zihinsel dünyalarını bastırmaktır. (Çok düşünme, delirirsin...)(Çok düşünmek iyi değildir.) Düşünce özgürlüğünü sınırlandırmak ve bu bağlamda ortaya çıkabilecek herhangi bir anomaliye mani olmaktır.

Her neyse...

Bunun gibi bir toplumun içerisinde sahip olunan normalliği mi kendi bakış açımı mı benimsemeliyim ?

Bu soruya hala bir cevabım yok; toplumla var olmanın avantajları ile gerçekle var olmanın avantajlarını kıyaslamak gerek. Buna benim objektif bir değerlendirmem yok. Çünkü ben ikisini de seçmedim. Ben bana şu metni yazdıran bir yolu seçtim.

"Tencerenin dibindeki pudingi benimle paylaşabilecek kadar fedakar, sınavı olduğunda ecel terleri dökecek kadar rahat... Tanımadan görmüştüm, göz ucuyla. İsmini dahi bilmeden gülümsetmişti beni. Tanımak istemiştim içten içe. Gururum el vermezdi o günlerde. Fakat tanışmıştık sonrasında. Tanışmamız da samimiyetimiz kadar farklı ve bir o kadar özeldi. Her kelimesiyle gülümsetmişti beni. Şaşırtmıştı. Farklı dedim, farklı... O kadar farklıydı ki gözümle gördüğüm, anlamlandıramazdım bu insanı, bir kaba sığdıramazdım zihnimde. Her nereye oturtsam hep bir eksik vardı. Tamamlanamaz, anlatılamazdı. Güvenilir bir dostum, arkadaşım olmuştu bana bu hayatta. Veya bu hayata arkadaş... Anlam veremediğim bu insan zamanla, samimiyetiyle anlattı bana kendini kelimelerin anlamını yitirmiş olduğu zamanlarda. Ve o zaman ancak anlayabildim kendimi, kim olduğumu... Karanlık bir yaşama ışık tutmuştu. Göz, görür olmuştu ancak o zaman... Yıllar geçti, o ışık parıltısını biraz olsun kaybetmedi. Her zaman yanımda olduğunu hissettirmekten bir an olsun vazgeçmedi. Yalnızım dememe, bahtsızım dememe, isyan etmeme mani oldu her zaman. Varlığı yeterli oldu her türlü cefaya. Çünkü O oldu her zaman. Kendinden bir kez olsun kopmadan. Rastlantısal bir serüven gibiydi tanışmamız. Arkadaşlığımız, samimiyetimiz... Kader dedik. Kader en aykırı yolları bir araya getirmişti. O hiç bir zaman anlatılabilecek biri olmadı. Çünkü, görülebilecek her insandan değil yalnızca, kelimelerden, görünenlerden... Her şeyden farklı.
Benim yoldaşım,sırdaşım,dostum... İkimizde biliyoruz ki, ayrı düşsek bile hiç bir zaman ayrı değil yollarımız, ve aynı yolda yürüdükçe gün gelir yine dostça birleşir ellerimiz, asla kopamayız. "

Bir başkasının duygularıyla yoğrulmak... Bir başkasının fiiliyatında kendini bulmak... Bir başkasının varlığında, var olmak... = Aşık olmak

Bu metin yıllar önce kendisinin lise yıllığı için hazırlanmış bir metin olduğundan dolayı paylaşmakta bir beis görmedim. Ne çok özel, ne çok samimi, ne tam, ne de...

Kendine yeni bir gerçeklik yaratmak.

Sağa dön 1.Adım 2.Adım 3.Adım 4.Adım 5.Adım 6.Adım 7.Adım 8.Adım 9.Adım 10.Adım

Hayatın grisinden kaçmak için, kırmızı renge sarılmanın verdiği sarhoşluğun ne kadar ileri boyutlara gidebileceğinin tarifini, hayatım zindana döndüğünde bile sanki hiç bir şey olmuyormuş gibi hissettiğimde anladım.

Gerçeklikten sıyrılmış bir gerçeklik.

Sonsuzluğa uzanan bir gözlemcilik konumu.

Korkak!

Benim gözümde korkaklıktır bunun adı. Çünkü seçtiğim yol son derece güvenliydi. Kaçtığım yer son derece bencileyin, son derece Hiç'ti. O yolda sahip olduğum arkadaş ise bu dünyada tanıdığım tek İNSAN'dı. Varlığımın hükmü kalmamışken, varlığıyla olabileceğim tek İNSAN. Benim gibi bir hiçliğin ortasına atlayabilecek kadar cesur, bu hiçlikte dahi bir güzellik bulabilecek kadar Muhteşem...

Hayattan, dünyadan ve sizden kaçışımın bedelini ağır ödediğimi söyleyebilirim. Kimliğimi kaybetmemin bir yolu olmayışının yanı sıra, görmezden gelmeyi, aradan onca yıllar geçmesine rağmen bir türlü beceremedim. Elinde izlemekten başka hiç bir yetisi kalmamış birisinin görmezden gelmesini becerebilmesi mümkün değil çünkü. Gördüm...

Haksızlığın içinde çağlayan masum çığlıkları gördüm,

Hak yiyicilerin yüzünden akan yılışık gülümsemeleri gördüm,

Sosyal beklentilerin koca bir topluma nasıl göz yumdurduğunu, binlerce masum insanın sessiz göz yaşlarında gördüm,

--Sabrım tükendi mi? tükenmedi.

Direndim. Hiç'liğimin altında sessiz kalmak için direndim. Sessizliğin altından bir varlık oluşturmak için direndim. Okuyalım bağırmayalım dedim, tartışalım kavga etmeyelim dedim, gösterelim ört pas etmeyelim dedim, öğenelim hiç bir zaman bilmeyelim dedim...

Bu sefer yakın dairemden gelen kahkahaları işittim...

Feryat eden anneler, çaresizce demir parmaklıklar ardından bakan babalar ve onların yanında yaşamak, bu çirkef dünyanın amansızlığından korkup HAPSE girmek için yalvaran 6-7 yaşında çocukları görürken bir gözüm.

-Sabrım tükendi mi ? Tükenmedi.

Madem ki An'ın çıkmış çivisi biz de geleceği koruruz o vakit dedim. Bu millet, bu devlet geleceğin ellerindedir dedim.

Dedim de; hocasına babasından bahsederek, vücudundaki morlukları göstererek, beni öldürecekler diyen 4 yaşında bir çocuğa, hocasının göz yumabildiğini, makamların, mevkilerin kimlere yön verebildiğini, o makam ve mevkilerin kimlerle işgal edildiğini........ O çocuğun ne kadar içten çaresizleştiğini, çaresizleştirilebildiğini gördüm.

Sabrım tükendi mi ?

Kaçacak yerim kalmadı azizim. Ceplerim boş. Yıllarla birlikte gelen bir kaç nefes'ten başka hiç bir şeyim yok. Ne bir kudretim, ne bir faziletim, ne de bir yeteneğim. Boşum boş.

Ama derler ya, ya bu deveyi güderiz ya da bu diyardan gideriz.

O göz yaşları dinmeyecekse, bu nefesin sonu da bir başı da bir.

.
.
.
.
.

  • Nerede kalmıştık:
    • Doğru-Yanlış, İyi-Kötü...
    • Bu hayatın bir de grisi varmış...